Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mengen °C

(<)img src="https://placehold.it/120x600">
deneme kod arasında img'den önce ve en son (<)kapama işareti arasında boşluk olmayacak < img src="https://www.5banners.com/store/img/cms/00102.gif" >

“Eski Çarşının Son Esnafı: Berber Hayri”

“Eski Çarşının Son Esnafı: Berber Hayri”
20.03.2024
1.349
A+
A-

ESKİ ÇARŞININ SON ESNAFI, BERBER HAYRİ

Bir zamanların üç bin nüfuslu Mengen’inin tek asfalt caddesidir “Çarşı”. Atatürk caddesi, o zamanların ağzımızda yer ettiği tabiriyle “Çarşı”. Yetmişler, seksenler, çok az da doksanların başı anlatacağım yıllar. Regulatörlü, üzeri dantel örtülü, bizim için “Atom Karınca”lı, “Red-Kit”li, “Kara Şimşek”li, zamanın yetiştkinleri için “Dallas”lı, “Kartallar Yüksek Uçar”lı, “Küçük Ağa”lı, Zeki Müren’inde bizleri görüp görmediğini merak ettiğimiz, İstiklal Marşı ile açılıp kapanan siyah beyaz televizyonlu güzelim yıllar.

Arnavut kaldırımı taşlı eski Zonguldak yolunda, geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde yıkılan Sinema ile başlardı benim için Çarşı. Yeşilçam’ın son filmlerinin vizyonda olduğu, açılıp kapanan tahta koltuklarıyla, girişinde langırt oynadığımız Yaman Sineması.

Sağda Işık Mobilya’yı geçer geçmez, eski hükümet binasının altında o zamanlar Yapı Kredi Bankası vardı, yanında İlçe Emniyet Müdürlüğü. Hemen altında zeminde köşede ise Rıfat Şenyürek abimizin manifatura dükkanı. Çarşının tek takım elbiseli ve kravatlı esnafı. Evde kırılan, gazete kağıdına iliştirilmiş dikiş iğnesinin yenisini aldığımız yer.

Hemen köşenin karşısı, öncesinde Cezmi Gökdemir Amcamızın fırınına ev sahipliği yaptı. Oradan aldığımız sıcak ekmeklerin yarısını eve varmadan bitirmek en büyük zevkimizdi. Sonralarında Salih Şahin Amcamızın tuhafiyesi oldu aynı yer. Ortaokula başladığımızda gri-lacivert ilk takım elbiselerimizi oradan giydik, ilk kravatlarımızı oradan taktık.

Sonra, karşıda Terzi Ahmet Amcamızın tuhafiye dükkanı. Her ne kadar lakabı Terzi olsa da ben orayı Mengen’in inşaat malzemeleri satılan yeri olarak tanıdım. Kendi evimiz dahil birçok evin inşaatında katkısı vardı  Terzi Ahmet Amcamızın. Hemen yanında Ayakkabıcı Yunus Amca’dan giydik ilk Esem ve Mekap spor ayakkabılarımızı. Sonrasında Şaşkın Bakkal. Çocuklukta en çok ilgimizi çeken dükkanlardı bakkallar ve pastaneler. Paramızı denkleştirip çocukluğumuzun en güzel çikolatası tadelle aldığımız yıllar. Köşede Yörükler köyünden Bakkal Ali. Her ikindi vakti Mahir Pastanesinden yuvarlak ve uzun pastalar gelirdi Bakkal Ali’ye. Çarşı dışına çıkma iznim olmadığından Bakkal Ali’den alırdım o meşhur pastaları. Favorim uzun pasta idi.

Yörükler köyü deyince, Çarşı da ilerlemeden hemen bir başka detayı da unutmadan yazmak isterim. Terzi Ahmet Amca’nın dükkanının köşesine denk gelen yerde Yaman Sineması’nın afiş tahtası vardı. Vizyondaki film afişleri buraya asılırdı. Hemen bu köşede, Yörükler köyünden Selahattin Amcamız, katlanmış küçük bir kağıdı havaya atar, sonra kağıdı yerden alır biraz açarmış gibi yapar ve Çarşıya dönerek yüksek sesle manifestosunu okurdu. Bizlerde kafamız yukarıya çevrilmiş halde onu merakla dinlerdik. Sonrasında kağıdı tekrar katlar ve afiş tahtasının alt köşesine iliştirip yoluna devam ederdi.

Hemen karşı köşesinde Bakkal Ali’nin, Gömlekçi Fikri Abimiz, yanında Terzi Demir ve bitişiğinde Demirçakmak’ların Benzin İstasyonu. Çoğu zaman bisikletimizin düşen küçücük bir pulu ve civatası için girerdik o koca dükkana, ve Burhan Demirçakmak abimiz geri çevirmezdi bizi.

Bakkal Ali ile Gömlekçi Fikri Amcanın arasındaki sokakta ise küçük yaşta bizleri döviz ile tanıştıran ayakkabıcı “Bacanak Mehmet” abimiz vardı. Herkes onun bacanağı idi. O zamanlardan, bugünleri görmüş “Bacanak Mehmet” abimizde dolarla yapmaya başlamış alışverişi, biz anlamamışız o vakitte. Eskiyen, yırtılan ayakkabılarımızı dolar üzerinden tamir ettirirdik kendisine. Türk lirası geçmezdi onun dükkanında.

Karşıda sıra sıra kahvehaneler çok ilgi alanımız değildi. Ancak önünden geçerken mis gibi yemek kokuları ile bizi cezbeden Konak Restaurant Çarşı’nın gözde lokantası ve ekseriyetle “Bir Büyüğe”  danışma mekanı idi.

Gelelim çok eski dönemlerde hükümet binalığı yapmış, Çarşı’nın ortasında, şimdiki Şirinler Kırtasiyenin bulunduğu noktada yer alan yeşil üç katlı ahşap binaya. Bu bina 2000’li yılların başlarına kadar ayakta idi. Burada iki yanda, Konak Köyünden Bakkal Namık Amca ve Karaishak Köyünden Gazeteci Seyit Ahmet Amcamız yer alırdı. Binanın önünde, kocaman ahşap tripotu üzerinde kapkara bez örtüsü ile eski zamanlardan kalma körüklü bir fotoğraf makinası. Önünde bir sandalye. Çarşı’da vesikalık çekerdi o makinası ile Seyit Ahmet Amca. Çok merak ederdik kara örtünün altına kafasını soktuğunda makinada  ne göründüğünü. Ve binanın orta yerinde, Türkbeyli mahallesinden Çanakkale Gazisi Mustafa Çavuş’un küçük oğlu Berber Hayri, Büyükbabam. Buraya gelmek zor, gelmeyeyim diye yazıyı uzattım belki ama, kaçış yok burayı anlatmalıyım.

Cuma günleri üç tekerlekli bisikletimle, öğle yemeği sonrası Büyükbabamın arkasına takılıp dükkana geldiğim, ona yetişemediğim için bisikletin didonundan tutarak çektiği, benimse buna çok kızdığım şimdiki zamanların tabiri ile “trip”li zamanlarım. Her Cuma bu bizim ritüelimizdi. Zira Cuma günleri, akşam üzeri Annem Salıpazarı’ndaki görev yaptığı okulundan çıkar, Bolu minibüsleri ile hafta sonu tatili için Mengen’e gelirdi. Bolu Minibüsleri Gazeteci Seyit Ahmet Amca’nın dükkanı önünde dururdu o zamanlar. Annemi orada karşılardım. Minibüsten indiğinde Gazeteci Seyit Ahmet Amca’nın dükkanından okumak için bir kitap alır eve yollanırdık.  Benim için Çarşı hem mekan hem de zaman olarak burada biterdi. Ondan sonrası yoktu.

Bolu minibüslerinin geldiği vakte kadar Berber dükkanın önündeki kaldırımda üç tekerli bisikletle bir aşağı bir yukarı. Elimde plastik içi su dolu bir şişe ile tüm kaldırımı ıslatırdım. Biraz acıkınca, Bakkal Namık Amca dan Eti Balık Kraker yada Ülker Çokoprens!!

İki tip tıraşı vardı benim Büyükbabamın. Yetişkinler için Subay tıraşı, çocuklar için alabrus. Berber koltuğunun kolçakları üzerine tahta koyar, üzerine çıkarırdı çocukları tıraş etmek için. Çoğu çocuk uyurdu bu tahta üzerinde. Zaza marka tıraş makinesinin tık-tık-tık-tık ninni gibi çıkan saç kesme sesi ile. Uyumayanlar korkar, ağlardı tıraş olmamak için. Arası yoktu. Berber koltuğunun karşısında ayna, iki yanında camlı vitrinler, camlarında çeşit çeşit fotoğraflarda çocukları, torunları, eski dostları, müşterileri, anılar anılar. Vitrin üzerinde, eski ahşap kabinli lambalı Nurses radyo, elektrik kesintilerine karşı tavanda asılı gaz lambası, ve ortada kışları ısınmak için uzun silindirik sac soba. Sakal tıraşından sonra arko krem, pudra ve Eyüp Sabri Tuncer limon kolonyası…

Gençler pek fazla tıraş olmazdı Büyükbabam’a. Gençlerin tarzı değildi Büyükbabamın tıraşı. Ben, Mengen’in ve civar köylerinin neredeyse tüm gün-görmüş geçirmişlerini, bilgelerini, tıraş olurlarken tanıdım o on metrekarelik berber dükkanında. Sohbetlerine, hayat bilgeliklerine, şakalarına tanık oldum. Tıraşta yere düşen saçlarını süpürdüm, bahşişleri kaptım. İki buçuk liramız olunca bizden mutlusu yoktu. Çok iyi paraydı, Yılmaz pastanesinden 3 top dondurma alınırdı iki buçuk liraya. Ye ye bitmez. Dondurma makinasını sıyıran ağaç küreğin üzerinde, mis gibi kokar, soğuk soğuk tüterdi dondurmalar.

Cumartesileri Mengen’in pazarı. Her zaman kalabalık, canlı. Cumartesileri öğle yemeğine eve gelmezdi, zaman kaybetmemek için Büyükbabam. Alüminyum sefer tasları ile yemeğini götürme vazifesi benimdi. Her defasında tembih ederdi Babaannem. “Oğlum sallamadan götür. Dökme!” diye. Tutturamazdım bir türlü, ona göre tasarlanmamıştı taslar, yada bizim aklımız bir karış havada. Mutlak sallanırdı bir süre sonra o sefer tası, ve yemeklerin suları sızardı tasların kenarlarından biraz biraz.

Çocukluk sonrası yıllarımda da Çarşı’daki ilk durak noktası idi o berber dükkanı benim için. Yatılı okul yıllarımda babamın bana bağladığı maaşım olmasına rağmen, harçlığımı da, ayağıma ayakkabımı da hiç eksik etmezdi Büyükbabam. İstemesem de mutlak verirdi. Almasam olmazdı onun için.

Dedim ya Büyükbabam’a gençler çok fazla tıraş olmazdı diye. Ben de genç oldum bir gün, üniversiteliydim, heves ettim, saç uzattım, tarz yaptım kendimce. Mengen’e geliş gidişlerim azaldı. Ve bende Büyükbabam’a tıraş olmamaya başladım, içimde garip bir eziklikle. Bana hiç sormadı. “Oğlum tıraşın gelmiş, tıraş olmayacak mısın?” demedi hiç. Sessizce anladı. Bende o sessizlikte, anlamaya başladım o andan itibaren, hayatı… Hayat büyütmekti, korumak kollamaktı, sonrasında da bırakıp arkasından bakmaktı beklentisiz… Ama harçlıklar durmadı hiç, hep devam etti taa ben askere gidene kadar. Ben para kazandım Büyükbaba, gerek yok param var artık dememe rağmen son harçlığımı da beni askere uğurlarken verdi yine.

Benim Büyükbabam haftanın altı günü Berber dükkanında, yedinci günü de bağda-bostanda, tarlada çalışırdı. Başka bir hayatı hiç olmadı. Tatil onun için bayramların 1. ve 2. günü idi yalnızca. Bayramın 3.günü tatili biterdi. Dükkanı açmasa bile bağda bostanda çalışmaya devam. Emekli olup dükkanı kapatmayı hiç yakıştıramadı kendisine. Ah o eller. O eller bir titremeseydi, hiç kapatmayacaktı dükkanı.  Koca bir ömür sığdırdı on metrekare berber dükkanına.

Bayramlarda, bayram tıraşı yoğunluğundan geceleri geç saatlere kadar çalışırdı. Bende yanında olursam, yapabildiğim kadar saç süpür, kolonya doldur. Düzce Tütün kolonyası, biraz ağır kokulu, sanırım o zamanların prestij kolonyasıydı. Herkes almazdı. Büyükbabam, evlendiğimde kutusuyla bir şişe hediye etti bana, damat kolonyası. Damatlık eskidi, kalmadı, ama kolonyası kutusuyla hala duruyor. Bir damlasını bile kullanmadım onun hatırasını saklamak için.

Kendine Dede dedirtmezdi benim Büyükbabam. Torunlarının hiçbirine, torunlarının çocuklarına, benim çocuklarıma bile Dede dedirtmedi, kendisine. Yakıştırmazdı, bizde hiç yakıştıramadık. O, Büyükbaba’ydı.

Beş vakit namazını camii de kılardı benim Büyükbabam. Camiye giderken de dükkanın kapısına kartondan, büyük küçük harfleri birbirine karışmış el yazısı ile bir not asardı. “Berber Camii’de gelecek”.

Evet, Eski Çarşı’nın son kalan esnaflarından Berber Hayri, Camii’de… ama beklemeyin, gelemeyecek artık…

Onunla birlikte çocukluğumdan kalma kocaman bir parça daha koptu gitti hayatımdan.

Yattığın yer incitmesin Canım Büyükbabam…

 

Taner KAYNAR /  Mart 2024, ANKARA

 

Yazarın Notu: Dedim ya, Çarşı benim için yeşil üç katlı ahşap binanın önünde biterdi. Onun için sonrasını yazamadım. Çarşının sonrasında da yazılacak çocukluğumuzu süsleyen çok anı, çok değer var. Onları da Çarşı’nın sonrasında yetişmiş arkadaşlarıma bırakıyorum yazmasını. Belki de ben yazarım tekrar bir gün. Yazmak için bir daha ki sefere hüzünlü değil, mutlu-umutlu motivasyonlarım olur belki de, kim bilir…

Şunu belirtmeliyim ki başta Büyükbabam Berber Hayri, bu yazıda ismini saydığım, sayamadığım, Eski Çarşı’dan gelmiş geçmiş birçok eski esnaf birbirlerinden çook ama çok farklıydılar. Ancak bir ortak noktaları vardı benim gözlemlediğim. Onlar, Sevgili Zülfü Livaneli’nin şiirindeki “Doğdukları Yerde Ölenler”den idiler. Hiç şikayet etmediler…

Ve onları, hepimizin okulunu, düğününü, bayramını karelere döken Hüseyin Varlık abimiz fotoğraf karelerinde ölümsüzleştirdi. Çoğu zaman dükkanlarının önünde, bir sokağın başında, bir camii’nin avlusunda, bir kahvehanenin sandalyesinde. Ne karelerde gülümseyen yüzler, ne de karelere döken kaldı geride…

Hepsinin anısının önünde saygıyla, sevgiyle…..

Doğdukları Yerde Ölenler
Bozkırda bir kasabadan geçerken
Tozlu yolda iki sıralı kahveler
Öyle sakin kıpırtısız
Otobüsü süzerler
Doğdukları yerde ölenler
Sıcak öğle sonları, kan uykularda
Serinliği dipsiz kuyuların
Soğutulmuş testilerde sızıntı
Güneş birden devrilir gider
Ve geceleri titrek fenerler
Hiç şikayet etmezler
Doğdukları yerde ölenler
Dağ başında bir köyde
Kar altında dal gibi bir kız
Munzur dağı gibi köye yazgılı
Ve en büyük macerası
Çeşme başındaki gülüşmeler
Dünya onlar için dönmez
Bilmezler yol yorgunluğunu
Sesleri yankı bulur
Hep aynı kayadan, aynı saat diliminden
Düşlerinde Çin-ü Maçin’e giderler
Doğdukları yerde ölenler
Zülfü Livaneli

YORUMLAR

  1. Mehmet özdal dedi ki:

    Hayri amcamın traşını babam oldu ben oldum iki oğlum oldu, istanbul dan babamdan gelen mektuplarda hep ” Hayri kaynar” Eliyle yazardı şu yazılanlardan o kadar duygulandımki ismi geçenler gözümde canlandı mekânları cennet olsun inşaallah

  2. Cafer kaynar dedi ki:

    Sevgili yavrum yazını okudum sağol bizleri gencligimize getirdin çok güzel yıllardı duygulandım hem annen hem ben seninle ogullarimizla herzaman gurur duyduk.cok teşekkürler Allah sizlere sağlık mutluluk versin herşey gönlünüzce olsun.

  3. Soner Kaynar dedi ki:

    Bir insanın kendinden sonrasına bırakabileceği en değerli hazinesi belki de anılar… Değerli büyüğümüz, büyükbabamız da ne güzel bir insanmış ki geride güzel hatıralar bıraktı bizlere. Bu hatıraları bu kadar detaylı ve naif yazarak tarihe güzel bir not bıraktığın için hem bizler gurur duyduk hem de eminim rahmetli büyükbabamız gurur duymuştur seninle. Bu hatıralarda adı geçen ve ebediyete göçen herkese Allah rahmet eylesin.
    Eline emeğine sağlık…

  4. aytekin efe dedi ki:

    güzel yazı olmuş samimi ve hayatımızın özeti gibi gerçekten başarılı…okurken birden çocukluğuma gittim 40.45 yıl öncesine yokluğun fakirliğin bol olduğu ama paranın çok geçmediği hatırın dostluğun paylaşmanın çok olduğu dönemlerdi…bu iyi alışkanlıklarımızda o iyi insanlarla birlikte geçti gitti…

  5. Ramazan dedi ki:

    Mekanın cennet olsun inşallah Hayri amca çocukluğumun geçtiği berber dükkanı ama yanlış hatırlamıyorsam o arada bir yerde birde Orhan bakkal vardı sanki…

  6. turgut tabak dedi ki:

    Elinize, yüreğinize, emeğinize sağlık. Nazım Hikmet okumanın tadını aldım yazınızda. Işık içinde uyusun…