Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mengen °C

(<)img src="https://placehold.it/120x600">
deneme kod arasında img'den önce ve en son (<)kapama işareti arasında boşluk olmayacak < img src="https://www.5banners.com/store/img/cms/00102.gif" >

Gurbet – Azime ARIKAN

Gurbet – Azime ARIKAN
15.03.2021
752
A+
A-

Yaklaşık 10 – 12 yaşlarında saçları sarı sarı çocuklarla tanıştım. Beni işaret ediyorlar, kendi aralarında bilmediğim bir dil ile konuşup gülüşüyorlardı. Esmer tenim hakkında olduğunu yıllar sonra anladım. Babama hep neden buraya geldiğimizi sorar, eve gitmek istediğimi söylerdim. Bir gün pos bıyıklarının altından gülerek dev elleriyle sert saçlarıma aldırmadan karıştırıp, “Bundan sonra vatanımız burası oğlum.” demişti. Gülmesi mutluluğundandır zannederdim, saklamak içinmiş duygularını. Ağlarmış geceleri anneme olan hasretinden. Hasta olduğu için gelemedi annem bizimle. Hastahanede bizi bekliyor, döneceğiz diye bir gün. Babama verdiği oyalı mendil dışında bir de bana sımsıcak sarılışını getirdim buraya.

Bir mendil ve bir bavulla geldiğimiz bu topraklarda biz gibi başkaları da vardı. Herkes ya yakınını geride bırakmıştı ya da en sevdiklerini. Yabancı diyarların güzelliği varsa da göremezdik geçim gailesinden. Babam işe başladıktan sonra beni de eğitim alabilmem için Türk öğrencilerin gittiği okula vermişti. Neden diğer çocuklar ile aynı yere gitmiyorduk, biraz anımsıyorum. O yıllarda bizi hiç sevmezlermiş. Bizle aynı ortamda olmayı kendilerine hakaret sayarlarmış. Biz, babamın dediğine göre işçi sınıfıymışız, bu da en alt kademeymiş.

Aşağıda duran posta kutusuna sonunda mektup gelmişti. Koşarak gidip annemin o tatlı el yazısını aradım ve bulmam çok uzun sürmemişti. O gün bana bayram gibiydi. Sanki annemin dizinin dibinde yine mısırımı yiyordum, sanki yine yaramazlık yaptığımda annem beni savunuyordu. Açtı babam mektubu. Duraksadı. Sendeledi önce. Ardından yere yığıldı. Gerisini telaş ile hatırlamıyorum, sanırım bir siren ve yine bilmediğim kelimeler…

Tedavisini tamamlayamadık annemin. Bulamadık parayı. Babamın kendine gelmesi en az bir senesini almıştı. Ankara’dan gelen kötü haber tüm hayallerime bir hançer saplarken, nefret ettirmişti bana bu şehir kendini. Annem çok ağır hastaydı ve tedavisi çok pahalıydı. Gitmek istiyordum buradan derhal ama şartlar izin vermiyordu. Babam bir arkadaşıyla görüşüyor durmadan hüzünleniyordu. Hep “Gurbet be Osman…” derdi. Gurbet neydi ne demekti bilmiyordum.

Yaklaşık dört sene çalıştı babam bazı işlerde gece gündüz. Denk etti parayı. Derhal gönderdik, vakit kaybetmemeliydik. O sıralarda annem, dayanamamış daha fazla. Çocuk kafamla da olsa yaz günü kış soğuğuna maruz kalmıştım adeta. Karanlık bir oda gibi yapayalnızdık şimdi. Dönmek, gitmek istedik. Devlet izin vermedi. İzin çıkmamış. Babam çok öfkelenmiş, deliye dönmüştü. Konsolosluk denilen bir yer varmış gidip derdini anlatmış dinlememişler. Bağırmış, saldırmış. Daha sonra hapse girdi bu sebeple. Türk işçi diye suçsuz yere suç yüklediler kendisine. Savunamadı tek başına kendini. Beni de hayatımın iki süper kahramanından ayırıp yetimhaneye koydular. İşte beni işaret edip gülen çocukları burada tanıdım ve burada yalnız büyüdüm.

Babamla beni hiç bir zaman görüştürmedi büyük insanlar. Beni nasıl özlediğini, art arda kaç sigara yaktığını tahmin ediyordum. Yetimhaneden kaçma girişimlerim hep başarısızlıkla sonuçlanırdı, neden bunu yaptığımı sorduklarında “Babam, Annem…” derdim. Annemin vefat ettiğini bir kaç kağıt parçasından bakıp öğrenmişlerdi zaten. Babam için ise diyorlardı ki, kendisi zararlıymış ve bana da zarar verirmiş. “Siz bilmiyorsunuz çünkü o sizin değil, benim babam.” derdim sürekli. On sene haber alamadım kendisinden. Sonra da baban vefat etti dediler, bir mezar gösterdiler bana. Babam ile ilgili duyduğum son şeydi. Sert saçlarım yalnız kalmıştı..

İşte o zaman anladım gurbet ne demekmiş. Küçük bir çocuğun büyük bir aile özlemine balta vuran yabancılıkmış. Aile özlemiymiş. Nasılsın demesin bana bundan sonra kimse. Derdimi anlatamam burada, dilim yabancıdır. Arkadaş yok burada koparıyorlar bizi. Yaralandı dilim, kalbim ve tüm zihnim. Kısacası ben büyürken parçalandım iki farklı ülkeye, sorsalar şimdi derdim vatanım diye…

Özdemir Erdoğan’ın Gurbet dizeleri ile sonlandırayım dedim bu hazin yaşanmış hikayeyi.
Sevgilerimle….

Kime desem derdimi ben bulutlar
Bizi dost bildiklerimiz vurdular
Bir de gurbet yarası var hepsinden derin
Söyleyin memleketten bir haber mi var?
Yoksa yârin gözyaşları mı bu yağmurlar?

Bulutlar yârime selam söyleyin
Kavuşma günümüz yakınmış deyin
Felek yardan ırak koyduysa bizi
Gurbet elde bir başıma neyleyim?
Yârdan ırak yaşanır mı söyleyin…

YORUMLAR

  1. SEYHAN YILDIZ dedi ki:

    Yüreğinize, kaleminize sağlık.

  2. Sinan Gökdemir dedi ki:

    Yürek ısıtan öyküler

  3. Nermin çetin dedi ki:

    Çok güzel bir yazı çok etkilendim. Yazının içeriği için şunu söyleyebilirim ki Anadolu insanının yokluk böyle kaderi sanki. Bütün bu acılar yokluktan yaşanmış. Bu döngüden çıkmazsak bu acılar dinmeyecek. Kalemine sağlık güzel yürekli arkadaşım

  4. turgut tabak dedi ki:

    Yoksul Halkımın acıları, gurbet, el kapıları… Dünyanın hiç bir yerinde, hiç kimse tarafından asla yaşanmamasını dilediğim zor zamanlar… Yakıcı bir yazı. Kalemine, yüreğine sağlık Azime hanım.