Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mengen °C

(<)img src="https://placehold.it/120x600">
deneme kod arasında img'den önce ve en son (<)kapama işareti arasında boşluk olmayacak < img src="https://www.5banners.com/store/img/cms/00102.gif" >

İki Gözüm Sarıkadılar – Misafir Kalem – Özkan AKAR

İki Gözüm Sarıkadılar – Misafir Kalem – Özkan AKAR
19.12.2020
880
A+
A-

Mengen.Gen.TR Misafir Kalemler köşemize katkı ve katılımlar devam ediyor.

Mengen ilçemizin Sarıkadılar köyünden olan Özkan Akar, köyünde geçen çocukluk anılarını ve bugününü mutluluk, hüzün ve farklı duygular barındıran bir yazı ile ele aldı. Herkesin kendisinden bir şeyler bulacağını düşündüğümüz bu yazısını sizlerle paylaşıyoruz.




İKİ GÖZÜM SARIKADILAR

Her ne kadar köyümde doğmuş olmasam da, hayatımda büyük bir yeri vardır köyümün. Çocukluğumun büyük bir kısmı Ankara’da geçse de, okullar kapanır kapanmaz köye gittiğimizden köyde geçirdiğim zaman da az değildi. 1977 yılı ve sonrasından bahsediyorum. 7-8 yaşlarından itibaren güdülecek ineklerimizi, damdan çıkarıp sabahın altısında önümüze katarlardı. Biraz geç kalkacak olsak “Milletin malı dağa çıktı” denilirdi. Henüz uykumuzu tam alamadığımız için gözlerimizi ovuştura ovuştura yola koyulurduk. Korku nedir hiç bilmezdik, dağda ne ile karşılaşacağımız hakkında en küçük bir fikrimiz yoktu. Bütün gün otların çok olduğu yerde ineklerimizi otlatır, karınları iyice şiştiğinde akşam olduğunu anlardık. O dönem sahip olduğumuz inekler şimdiki ineklere hiç benzemezdi. Ne kadar çok doyurursan doyur verdiği süt miktarı çok azdı. Çünkü ırkı böyleydi ve elimizde verimli bir inek yoktu. O zamanlar köyümüzün meralarını, otlaklarını orman bürümemişti. Kapaklı, Derekaşı, Kurtkuyusu, Sazak, Erenler, Suludere, Gıran Harmanı, Çakıllar Yakası bizim mekanımızdı. Hemen her yer düzdü ve uzak mesafelerden görülebiliyordu. Oysa şimdi 7-8 yaşlarında gittiğimiz yerlere yetişkin olarak gitmek çok zor. Uzun yıllardır kimse gelip gitmediği için ve özellikle hayvancılığın bitme noktasına geldiğinden ve bu arazilerden hayvanlarımız çekildiğinden orman eski yerlerini geri almış insanoğlundan. İnsan ve hayvanların sürekli kullandığı ”çığır” adı verilen patika yollar artık çimen ve otlar yüzünden görünmez olmuşlardı. Her yer ağaç ve çalı çırpıyla dolmuş durumda. 5 metre ötesini görmek artık mümkün değil. Zaman hızlı geçiyor ve biz çocuklar salmalık denilen vaktin gelmesini iple çekerdik. Tarladaki ekinler biçilip, samanlar samanlıklara, ekinler ambarlara girdiği vakit köydeki hayvanların gidip gireceği ekin kalmadığı zamanlar salmalık oluyordu. Yani inekleri şuraya buraya girmesin diye gütme olayı ortadan kalkıyordu. Bu dönemde herkes sığırını bırakır, hayvanlar canı nereye isterse oraya giderdi. Akşama doğru hepsi evini bilir gelirdi.

Mengen, oradan uzakta doğup yetişen bizim nesil için hep bir hayal diyarı olmuştur. Gidemediğimiz zamanlar hep hayalini kurardık. O devirde ulaşım şimdiki gibi kolay olmazdı. İmkan ve olanaklar buna müsaade etmezdi. Şimdi köy aklımıza düştüğünde 2 saatlik bir yolculuk kadar yakındı aslında köyümüz. Fakat geçmiş yıllara gittiğimizde köye gitmek için sabahın altısında kalkıp yola koyulurduk. Önce eski garajlara giderdik. Sabah otobüsünü kaçırdığınız zaman başka bir vasıta bulma şansınız yoktu. Ben otobüsçü Mehmet Abi’yi çok severdim. Onun arabasıyla gitmek ayrı bir haz verirdi bana. Antepli lakabıyla bilindiğini yıllar sonra öğrendim. Babamla ortak aldıkları ”Ford” marka sarı bir minibüsümüz vardı. O minibüs ile de çok gitmişliğimiz vardı köye. Hele bir kornası vardı sesi hala kulaklarımda…Çok farklı çalardı ve başka bir araçta hiç duymadım bu korna sesini. ”Da li lili…Da li lili…” Yıllar sonra Mehmet Abi ( Mehmet Aydın ) vefat ettiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım aslında…

O dönemler Mengen otobüsleri iki çay arası dediğimiz iki çayın (Daren ve Goca Çay) birleştiği noktaya kadar giderdi. Yine sabahları buradan hareket eder, yol boyunca köylerden yola inenleri toplaya toplaya Ankara’ya giderdi. Şimdi bölge haritalarını incelediğimde bizim vadiden akıp giden çayın isminin ‘’Leylek Çayı ‘’ olduğunu öğreniyorum. Oysa bu ismi hiç duymamıştım kimseden… Şöyle bir düşündüğümde Gökçesu üzerinden Bolu’ya giderken Gökçesu-Bolu arasında yüzlerce leylek yuvası olduğunu hatırladım. Demek ki yıllar yıllar önce bizim vadi de leyleklere ev sahipliği yapmıştı. Şimdi tek bir leylek uğramıyordu. Hemen hepsi dar bir alanda toplamıştı. Neyse bu da ayrı bir araştırma konusu olarak burada dursun…

Babaanne , Anneanne kavramı yoktu bizim için Nine derdik hep , Ninemler, Dedemler, aynı köyde fakat ayrı mahallede oturuyorlardı. 1944 yılının şubat ayı dönüm noktasıydı Sarıkadılar ve komşu köyler için. Birkaç ailenin birlikte yaşadığı büyük evler yaşanan deprem sonunda ya yıkılmış ya da artık içinde yaşanamaz hale gelmişti. Üstelik zemheri ayında dışarda dize kadar kar var ve herkes kendi telaşında, kimsenin kimseye yardım edecek bir durumu yok. Öncelikle depremde enkaz altında kalan yaralılar çıkartılıyor sonrasında hayatını kaybedenler…İnsanlar çaresizce defnediyorlar sevdiklerini…Tüm bu zorluklar yaşandıktan sonra havaların ısınmasıyla beraber köyde hummalı bir çalışma başlıyor. O zamana kadar birlikte yaşayan Aileler evlerini ayırmak zorunda kalıyor ve uygun görülen yerlere yeni evler yapılmaya başlıyor. Kömüşlerle uzaklardan kerestelik ağaçlar kesilip getiriliyor, biçilip evlerin yapımına başlıyorlar. Testere sesleri , keser çivi sesine karışıyor…Günümüze kadar gelen bu evler yapılıyor..

Köyümüzdeki insanlar bizim komşumuz olmaktan öte bir şeydi. Köyde evlerimizin kapıları sabah erken saatlerde açılır ve gece yarısına kadar hiç kapanmazdı. Akrabalarımız, komşularımız her an evimize gelebilir, siz ne yaparsanız ona ortak olurlardı. Sofradaysanız bir tek kaşık, çay içiyorsanız bir bardak yeterliydi. Evdeki birlikteliklerimiz dışarıya da taşardı. Çeşme başları, harmanlar, tarlalar, yollar, evin avluları, orman içleri, çayırlık alanlar her biri ayrı bir buluşma, her biri ayrı bir hikâye idi. Burada yaşayan herkesin kendilerine ait dünyaları ve konuşma konuları vardı.

Önceden evlerde su ve elektrik yoktu. Hangisi önce geldi hatırlamıyorum. Sanırım önce Elektrik geldi 80’li yılların ortasında.. Elektrik olmadığı için doğal olarak hiçbir elektrikli alette yoktu. İdare lambalarıyla idare ederdik. Aslında idare lambaları bile hayatı kolaylaştırmıştı. Ben hatırlamıyorum ama idare lambalarından önce aydınlatma işi çıra ile yapılırmış. Yöremizde Mezir adı verilen bol yağlı çıralar kullanılırmış. İdare lambasının adı idare etmekten mi geliyor bunu da merak etmemiş değilimdir. Elektriğin olmadığı o dönemler herkes birbirine oturmaya giderdi. Saat akşamın 8’i oldu mu Ooo !.. saat çok geç oldu denilip kalkılırdı. Çünkü herkes sabah erken kalkacağı için en geç 9’da herkes uyumuş olurdu. Eve su taşımak ayrı bir çileydi. Eve en yakın Pınardan (Buar-Buğar) ibrik ve güğümlerle taşınırdı. Günde defalarca gidilirdi buara…Yıllar sonra evlere su hattı çekildi ve bu çile de bitmiş oldu..

O günler masal gibiydi, çilesi çoktu ama hala özlem duyuyorsam özlemişim demektir. Doğayla, hayvanlarla ve insanlarla iç içe. Köye ya da yaylaya ne zaman gitsem, işte bu yaşananları ve geçmiş zamanı hep hatırlarım. Çünkü bildiğim isimler ve yüzler zamanla yok olmaya başladılar. Köyler küçüldü, yaşam alanları şehre kaydı. İnsanlar birbirinden uzaklaştı, mahallelerimiz ıssızlaştı. Ölüm her bir kapıyı çaldıkça, büyükler teker teker evlerini terk edince, orada yaşam söndü. Her yer ıssızlaştı. Gerçekten köyde doğmuş, bu kültürün hemen hiç dışına çıkmamış, konuşmaları, giyimleri ve tavırları değişmemiş insanlar artık yoklar. Korkutlar’dan; Dedem Selettina, Ninem Nefse, Goca Nuri ve eşi Feride nine, Haydar dede ve eşi Şerife nine, Mükerrema, Şabana ve eşi Hanife nine, Mithata, Neciba ve eşi Dilber Diyze, Döndü nine ve oğlu Hasana ,Geredeli Osman Dede ve eşi Gülsüm Nine, Azime Nine ve kızı Sevim Diyze, Hulusi dede ve eşi Şefük nine, Küçük Nuri ve eşi Ayşe nine, Tellal Mustafa ve eşi Şerife nine ,Aziza, Maraz Fatma, Çeliklerin Abdullah dede ve eşi Fatma nine, yoklar artık . Beni her gördüğünde kızdırmak ve kendisine küfür etmemi sağlamak için – Koskoca , Dipdiri Pata diyen Mehmet Ali ağa ve eşi Hevse Nine. Mehmet Ali Dedenin beni kızdırmak için söylediği sözleri karşılıksız bırakmaz küçük yaşıma rağmen dilimin döndüğünce ona küfürler savururdum. O bundan büyük haz alırdı. Bunu iyi bildiğim için her seferinde farklı ,okkalı küfürler söylerdim yüzüne arsızca…Şimdilerde bakımsız kalmış o evin önünden geçerken açıklık denilen küçük cama bakarım …Her an orada görünecek ve beni kızdıracak diye…

Annemin mahallesi olan Kancılardan ; her geçen gün özlemini daha da duyduğum Mustafa dedem, Nazuk ninem, Annemin amcaları Davarcı Murada, Enver dedem ve eşi Edük Ana, Sadık Dedem, Satılmış Fidan ve eşi Erfe nine, Yakuba ve eşi, Vedada ve eşi Hüsniye nine, Talada, Galiba, Geçmişten geleceğe, çok titiz ve uzun bir çalışmayla, bizlere muazzam bir eser bırakarak Köyümüzün biyografisini yazan Osman Müyesseroğlu ve eşi Ayşe nine aklıma ilk gelen isimler ve diğerleri …

Sarıkadılar’dan pek isim gelmedi aklıma çünkü pek oralara inmezdim. Efsane muhtarımız Ali Bey amca ,Yemişlikten Hüdai Bozkurt ‘u bilirdim sadece..

Gerçeği kabullenmek çok uzun sürse de artık bir çırpıda saydığım bu isimler aramızda değiller. Ebediyete intikal etmiş bütün büyüklerimizi rahmet ,saygı ve özlemle anıyorum.

Orta yaşlara ulaştığım bugünlerde anladım ki köyümüzün doğal güzellikleri sadece tabiatında değil birer birer toprağa verdiğimiz o güzel insanlarındaydı…Hepsi de kendine özgü güzel insanlardı. Onlardan sonra köylerimiz eskisi kadar güzel değildi artık ve olmayacakta… Onların hatıraları ile yaşayıp ömrümüzün kalan kısmını bu eşsiz güzellikler içinde geçirmek en büyük hayalimdir.

Özkan AKAR – Aralık 2020





 

YORUMLAR

  1. Fuat Kılınç dedi ki:

    Özkan bey, sayenizde 80 lerin Gancılar ve Gorkutlar’ını gezdim. O zaman o insanlarla güzeldi, şimdi nadiren de olsa gidebiliyoruz ama o güzel insanların yerine, şimdi şehirlerde özünü kaybetmiş tanımadığımız insanlar yerleşmiş köylerimize. Adından bahsettiğiniz büyüklerimizin mekanları cennet olur inşaallah, selam ve saygılar.