Mirza Hacıyev ŞEYH İMADEDDİN NESİMİ DÜNYASININ SIRRI
Birinci bölüm (arifler için)
“Mendə sığar iken cahan”
Manasını anlamadığı için cahil dünyasının küfr mühürüyle damğaladığı sırr dolu bir qezel. Aqilleri hayrete getiren, şiirle söylenmiş felsefe. Cahil anlamamış, aqil,sadece, “Allahlık iddiasında olan” şairin cüratine, şiiriyatın derinliyine hayran olmuş. Yalnız şairin zamanındamı böyle olmuşdur? Bu güne kadar da bu qezel “kendine Allah diyen bir şair”in qezeli hisap olunmuyormu?
Maalesef böyledir. Cahil nadanlığından, aqil ise Nesimi felsefesinin mahiyyetini bilmemesi yüzünden.
Nesimi deryasına girmek benim hünerim değil, sadece, o deryanın kenarındaca durup da deryanın kıyıya atdığı hakikat incilerini toplamağa çalışacağım. Zannimce, söyleyeceğim fikirler bu altı yüz yıl içinde o büyük şahsiyyete edilen hücumların ne kadar asılsız olduğunu düşünen beyinlər için anlamağa yeterli olacak. Ama yalnız düşünen beyinler için.
Nedir bu qezeldeki felsefe? Nice yani “Mende sığar iken cahan”? Eğer qezel Allahın diliyle deyilmişse Allah,sadece, bir cahanmı yaratmışdır? Biz Kıyamete kadar yedi dünya geçmeyeceyikmi? Kıyametten sonra yerleştirileceyimiz mekanlar ne kadardır? Sekiz cennet ve yedi cehennem. O on beş mekanın arasında da “Eraf” adlı bir neytral mekan da yokmu? Qezel kimin diliylə deyilmişdir? ”Men” sözüylə Nesimi hankı varlığı nezerinde tutuyor? Kendisini mi? Allahı mı?
Bak mesele de bundadır. Akıllara nedensə üçüncü bir tahmin gelmemiştir. Oysa qezelin ortasındaca bu qezeli “söyleyen”in kimliyi açıkca bildirilmiştir. ”Gerçi mühiti-ezemim, adım Ademdir, Ademim”, diyor şair. Yani qezeli söyleyen ne Nesimidir, ne Allahdır. Qezeli hazret Adem söylüyormuş!
Bu beyte yetince Nesimini Allahlık iddiasında suçlayanlar kendilerine sormuşlarmı ki, o halde şair niye diyorr adım Ademdir? Şair ad açıklıyor. Eğer diyelim hazret Ademi ve ya bir başkasını Allah hisab etmişse bunun Nesimiyle ne alakası varmış? Qezelin son beyti şaşırtmış ola bilir insanları, çünkü şair yalnız sonda diyor “Gerçi bu gün Nesimiyim”. Ve sanmışlar ki, Nesimi kendi dilindən demiş bu qezeli. Fakt göz önündedir yani. Ama düşünmemişler ki, niye “bu gün” demişdir şair? Sadece, “Nesimiyim” diyeceyi yerine neden misrada “bu gün” sözü vurğulanmışdır? “Bu gün Nesimiyim”. Dün, önceki gün, bir kaç yıl önce kim olmuşdur bu qezeli diyen?
Bunu anlamak için Nesimi felsefesine müracaat etmək lazımdır. Ama önceden diyeyim ki, bu, felsefe değil, hakikattır. Felsefe başka şeydir.
Hazret Ademle Havva cennette olduklarında maddi alem dediğimiz yıldızlar-gezegenler alemi yoktu. Bu alemin sonunda sidretül-münteha adlanan son hüdud var, ondan derhal sonra cennetler mekanı başlıyor, o mekanların altında da cehennem mekanları vardır. Cennetler mekanının sonu Arşi-Ali adlanan Ali Göktür, su ila ahata olmuştur. O Ali Gökten sonra Allahın Esmail-Hüsna denen Mübarek Adları mövcuddur. Ne kadar ki, ilk iki insan cennetin yasak olunmuş ağacına dokunmamıştılar, ne sidretül-münteha vardı, ne onun içində maddi alem ,ne de cehennem mekanları. Çünkü dünyamızla birlikte maddi alemde kum tanesinden Yıldız toplulukarına kadar ne varsa her şey ilk insanlardan yaranacak nesiller için haman o ilk insanlar cennetten kovuldukları zaman yaratılacaktı. Allahın bir tek “ol” emriylə. Hem de cennette yalnız ikice insan vardı diye cehennemler de yaratılmamışdı, onlar da “ol” emri zamanı yaranacaktı. O iki insan daha Allahın emrindən çıkmamışlardı, günah etmemişlerdi cehenneme ihtiyac olsun. Hem de ikice insan işin yedi kat cehennem yaratılmayacaktı ki. Ama hazret Ademle Havva yasak olunmuş ağacın meyvesinden yiyorlar, hemen örtülü övrət yerleri bir-birinə görünüyor, yani vücutları keyfiyyetce değişiyor. Allah kazaplanıyor
onlara, ”ol” deyincə bütün maddi alem yaranıyor, hazret Ademle Havva da,böyle kabul etmişiz ki, bu maddi alemdeki gök cisimlerinden birisi olan dünyamıza kovuluyorlar.
Ama yani dünyamızın ilk iki insanı Ademle Havvadırmı?
Nesimiye göre hayır! O diyor ki, haman o iki insanla sidretül-münteha içinde maddi olan ne varsa her şey cem halında hazret Ademdir. Adem kovulduktan sonra maddileşmiştir, ama yalnız ayrıca insan halinde değil, bütün maddi alem şeklinde maddileşmiştir.( Havvanın kendisi de cennetdeyken Ademin kendisinden yaratılmışdı. Ona göre bir tek Ademden konuşuluyor. Yaratılan bir tek Adem olmuştur, Havva ondan töreyendir). Maddi olan ne varsa şekildir, suretdir; o şekilin, o suretin içinde ilahi ruh var, o ruh hazret Ademin cennetdeki ruhundandır. O haman ruhdur ki, Adem yaratıldığı zaman Allah ona kendi ruhundan üfürmüş, onu canlandırmışdı. Ona görə diyor ki, ”Surete baxu menini suret içinde tanı kim, Cism ile can menem,veli, cism ile cana sığmazam”. Bunu Adem diyor insana. Yani gördüyün ne varsa cansız şekildir, suretdir, onun içinde ilahi ruh var, sen onda tanı kendini, mananı. Senin içindeki nedirsə o gördüklerinin içindeki de odur, aynı ruhdur, ilahidendir. Ayrılıkta hiç bir insan Adem değildir. Bütün beşeriyyet ve bütün maddiyyet birlikte Ademin kendisidir. Cennette Allahın emrinden çıkarken “Ol” emri Ademe verilmiştir ve Ademden bütün maddiyyet yaratılmıştır. ”Arş ile ferşü kafü-nun, mende bulundu cümle çün. Kes sözünü ve ebsem ol, şerhü-beyane sığmazam”. Dünyamızdır “ferş”. ”Kaf” ve “nun” ise arap harfleridir, ikisi bir yerde olduğunda “kun” sözüdür, bu ise arapca “ol” demektir. Bu “ol” emrindən sonra bende oldu her şey, daha doğrusu, bizim bildiyimiz maddi alem. Ona göre de kes sözünü ve sessiz ol, çünkü beni anlayamazsın, ey insan, senin şrrhine, beyanına sığan değilim. Allah bütün maddi alemi benden yarattığı için “dar ile kunfekan menem”, ”Zerre menem, Güneş menem”, ”Can ile hem cahan menem”, ”Şems menem, qemer menem”. Yani Güneş de, Ay da, bir kum zerresi de maddidir, bendendir, yaşadığın ev olan dünyayla, yani “dar” ile birlikte “künfekan”, bütün maddi alem benim. ( “Kun”, “fe kane”. Arapca “ol” ve “oldu” demektir. Yani Allah bir şeyi yaratmak istediğinde ona “ol” diyor, o da hemen oluyor. ”Ol” emrinin verildiği cisim de benim, o cisimden oluşan maddiyyat da). Can ilə cahan, dünya ile zaman benim. O kadar azametliyim ki, beni kavrayamazsın, büyük bir “gülşekerim nebat ile”, senin o küçücük ağzına, ”beste dehanına sığmazam”. Beni kendine benzetmek, beni kendin gibi küçük zannetmek yanlıştır, ona göre də “Çek dilini ve ebsem ol, men bu lisana sığmazam”. Senin lisanın, yani dilin beni vesf edemez. Hiç biriniz ayrılıkta ben değilsiniz, sadece, bendensiniz, Adem evlatlarısınız. Ama yalnızca sizsinizmi benim evlatlarım? Maddi alemde ne varsa her şey bendendir diye benim evlatlarımdır, Adem evlatlarıdır. Ay da, Güneş de, zerre de, ağac da, taş da, ırmak da, deniz de. Sadece, bunca Adem evlatları içinde konuşa bilen, şüurlu yalnız sensin diye yanlışlıkla yalnızca kendini benden hisap etmişsin. Anlaya bilmemişsin ki, ben olmak için bütün maddi alemle birlikte olmalısın, çünkü ben “Hem sedefim, hem inciyim”. İnci sedefleşmiş balıkkulağının içinde oluyor. Yani ben hem inciyim, atnı zamanda o incinin yerleştiyi sedefim. Sen ise, ey insan, yalnız incisin, sedefin içindekisin, ben olman için sedefle birlikte olmalısın. Nice ki vücudun sedeftir, ruhun ise onun içindeki inci misalidir, öylece maddi mekan, bu cahan bir sedeftir, vücudunla ruhun insan halinde onun içindeki inci misalidir. Adem olman için ise bütün bu mekanla, bu cahanla bir olmalısın. Yalnız maddi olan her şeyle bütünleştiyin halde Ademsin, yalnız o halde “Men”sin.
Ademin cennetten kovulduğu haliyle, yani varlık mekanıyla insanın mükayesesi insan vücudunun o vücudun içindeki ilahi ruhla mükayesesi gibidir. ”Can ile hem cahan menem”, yani içlerindeki ruhlarla birlikte
bütün maddi şeyler ve o maddiliklerden oluşan varlıq mekanının cemidir Adem. Güneş, Ay, yıldızlar, ağaclar, taşlar görüntüleriylə maddiyyetdir. İnsan kendi vücudu, sıfatı, görüntüsüyle zattır, şahıstır. Adem o görüntülerle, o sıfatlarla birlikte onların içindeki ruhtur. Canlı alemle maddi alemin vahdeti ayrılıkta hər bir canlının görüntüsünün, maddi tarafının o canlının içindeki ruhuyla vahdeti misaline benzer. Ona göre Adem diyor “cism ile can menem”, yani yalnızca insan, Güneş, Ay, yıldız, ağac, taş değilim, aynı zamanda “can ile hem cahan menem”, yani sidretül-münteha içindeki bütün maddi varlık mekanıyım. ( Diğer bir qezel sanki bu qezelin daha sadeleşmiş formasıdır ki, Ademin bütün maddi olan her şey olduğu orada açıkca duyuruluyor: “Men mülki-cahan, cahan menem, men. Men hakka mekan, mekan menem, men… Men kövnü-mekanü-künfekanam… Men cümle cahanü-kainatam…”). Maddiyyat ruhsuz ölüdür, çürür gider, ruh da maddiyyatsız dayanamaz, uçar gider ilahi Ruhla kavuşur. Birlikte ise bir maddilik gibi mevcutturlar. Cezb eden şey maddenin içindeki ruhdur, o cazibeyle hareket yaranıyor. Cism ile can bir olmazsa o hareket de olamaz. Ona göre yıldız da, o yıldızın yarattığı hareket de benim. Yani ”Encüm ile felek menem”. Ayı dünyaya dünyamızın içindeki ruh cezb eder, dünyamızı Güneşe Güneşin içindeki ruh cezb eder. Ay bu cazibeyle dünyamızın, dünya da bu cazibeyle Günəşin etrafında döner. Bu hareket yoluna felek diyorlar. Felek boyunca hareket, onu hisaplamak için zaman kavramı yaratar. Ona göre “dehr”, yani dünya da, aynı zamanda onun hareketiyle ölçülən zaman da benim. Yani ”Dehr ile hem zaman menem”. Çünkü zaman kavramı bu maddi dünyaya mahsustur. Maddi dünyaya mahsus her ne varsa benimdir. Cennette ise zaman yoktur, ebediyyet boyunca uzanan bir sonsuz an vardır.
Sen o sema cisimlerini ayrı-ayrılıkta görüyorsun, aslında gördüğün, sadece, şekillenmelerdir. Mana onun şeklinde değil, içindedir. Hepsinin içindeki ruh aynıdır, Allahın beni yarattığı zaman içime üfürdüğü ruhun ben cennetten kovulduktan sonra varlık mekanına dağılmış parçalarıdır. O ruhumun her bir parçası bir başka tür şekillenmiştir. Maddiyyatdan her birisine bir başka don, bir başka şekil, bir başka suret geydirilmiştir. Bir-birindən ayrı düşmüşler. Bir-birlerindən ayrı düştükləri için de tabiatlarındakı cazibeyle bir-birlerini cezb ederek bir-birlerine kavuşmak, yine cennetteki gibi vahid Adem olmak istiyorlar. Ruhumun dağılmış parçalarına geydirilmiş şekiller onların beyanıdır, görüntüsüdür. ”Zerre menem, Güneş menem, çahar ile pencü-şeş menem. Sureti gör beyan ile, çünki beyana sığmazam”. Beyan olmazsa sureti, şekli göremezsin. Ben ise cennetten kovulduktan, maddi mekana, kövnü-məkana çevrildikten sonra od-toprak-hava-su, ağız-burun-kulak-göz-dil, yukarı-aşağı-ön-arka-sağ-sol ile birlikteyim, yani cisim artı beş duyğu artı altı tarafım. Maddiyyat, can ve mekan birliğiyim, konkret şeklim, suretim yok diye beyana sığmazım.
Hatta ”Nar menem, şecer menem”. Ne demektir? Çöllükte bir ağacın altında yanan od Musa peyğambere sesleniyor. Arapca “nar” oddur, “şecer” ağac. Tabii ki, o od ilahidendir, qeyb alemindendir. Ama oddursa, demek görüntüdür, şekildir, maddidir o ağacın kendisi gibi. Ve madem ki maddidir, demək, o od da, o ağac da benim, o alevin de, o ağacın da içindeki ruh benim cennetteki ruhumdandır.
“Vehy ile hem melek menem”. Melek görünen değil. Ama insana beyan olmak için şekillenir, belli bir görüntü alır. Beyan olduğu zaman, şekillendiği zaman maddidir. Vehy melekle geler, peyğambere bildirildiği zaman vehy aye şeklinde beyan olur. Beyan olan zaman vehy de aye şeklinde maddidir. Madem ki insanın onları görmesi, işitmesi için beyan oluyorlar, beyan oldukları vakit maddidirler diye vehy de, melek de benim. Ama yalnız beyan oldukları zaman.
Maddi alemde ne baş veriyorsa inceliklerine kadar göklerde hifz olunan Levhi-Mahfuz adlanan Ana Kitapda ezeldən yazılıdır. Bütün semavi kitaplar o büyük Kitapdan indirilmiştir. Karıncanın yem taşımasından
Qalaksilerin hareketine kadar her bir şey orada yazılıdır. İlahi emrlerdir onlar. O emrlerin icra zamanı geldiğinde derhal varlık mekanında o emrlere uyğun hareketler baş veriyor. Yəni maddi alemdəki bütün çevrilmeler, şekillenmeler ve ya şekildeyişmeler o Ana Kitapdakı emrlerin, ayetlerin varlık mekanındakı maddileşmesidir. Aslında o ilahi emrler eşyanın içindeki ruha veriliyor, ruhun üzerini maddiyyat bürümüşdür diye hareket edenin eşya olduğunu görüyorsun. Ama eşya kendi kendine hareket edemez, ilahiden hareket etdiriyor içindəki ruha emr verilerek. Bak, maddileşdiyi zaman bütün o ayelerden üstünüm,diyor Adem, çünki varlık mekanı için yazılmış ayelerden en birincisi ve en büyüyü cennetten kovulurken bana verilen “Varlık mekanı ol”mak ayesidir, emridir. Yani ”Kövnü-mekandır ayetim, zatinedür bidayetim”. Sidretül-münteha içinde ne varsa hepsi birlikte benimse, demek, o maddiliklerin içinde ve bir-birilerinin arasında baş veren ne varsa benim içimde baş veriyor diye benden küçüktür. Bu sebepten ”Bundan uludur ayetim, ayətü-şana sığmazam”.
İnsan vücudu varlık türlerindən birisidir. İnsanın insandan töreyişi de varlık mekanı içindeki küçük şekildeyişme ayelerindendir “Kövnü-mekan ol” ayeti ile mukayesede. Ona göre de Ay, Güneş, yıldızlar gibi bu insan da, o insan da, öbür insan da, bütün beşeriyyet benim. Bu günküler geçmiştekilerin, gelecektekiler bu günkülerin şekildeyişmelerinden, zaman-mekan-şeraitə göre başealaşmalarından başea bir şey değildir. Eğer insanları zamana, mekana və şeraitə bölmek mümkün olsaydı dünyada yaşayan ilk insan nedirse Kıyamett zamanı ölecek son insan da o olurdu, tam ona benzerdi. Ona göre de bir zamanlar kendi dövründeki diğer bütün insanlarla birlikte Nuh peyğamber de ben olmuşum, İbrahim peyğamber de ben olmuşum. Sonra zamanı geldi kendi dövründeki diğer bütün insanlarla birlikte Musa peyğamber oldum, İsa peyğamber oldum, Muhammed peyğamber oldum. Ve, nihayet, ey insanlar, bu gün hepinizle birlikte hem de “Bu gün Nesimiyim”. Yarın başkaları, yüz yıl, bin yıl sonra başkaları olacağım ta Kıyamete kadar.
Hazret Ademin bu mekana dağılmış cisminin parçalarından, sadece, birisinin şekillenmesidir dünyamızın ilk insanı. Cennetteki ilk insan ise Allahın Kendisine benzeterek yarattığı hazret Ademdir ki, sidretül-münteha içindeki bu maddi alem büyüklüktedir. Biz insanlar katiyyen ona benzemiyoruz, ağız-burun-kulak-göz-dil bizim için, dünyamız insanları içindir, bizim etrafımızdakı alemi işitmek, görmek, tatmak, kokulamak, duymak, bilmek içindir. Suda yaşamış olsaydık balıklardakı gibi üzgeçlerimiz olacaktı, havada uçmak için yaratılsaydık kanatlarımız olacaktı, ama toprak üzerinde yaşıyoruz ve dünya cazibesinden çıkamıyoruz diye hareket için ayaklarımız var. Dikmek, kurmak, yemek için ellerimiz var, yani varlık mekanı yaratıldıktan sonra dünyanın toprağı üzerinde yaşamağa uyğunlaştırılmakla canlı dediyimiz bioloji cihazlardan birisi gibi hazırlanmışız. Bütün maddi aleme gönderilen vehyleri şüurluyuz diye yalnızca biz almışız, biz kabüllenmişiz diye zannetmişiz ki, “Adem evladı” ifadesi yalnız bize, beşeriyyete aittir. Oysa vehyler bu alemde canlı ve cansız ne varsa hepsine gelmişdir. Kurani-Kerimde böyle aye var: “ Biz emaneti göklere ve Yere ve dağlara teklif etdik, onlar onu yüklenmekten derhal çekindiler ve ondan korkuya düşdüler ve onu insan kabül etti. Şübhe yok ki, o çok zalım ve biliksiz oldu”.(Sure 33,aye 72). Evet, vehyləri yalnız biz insanlar aldık diye hisab ettik ki, dünyamızdakı ilkimiz cennetten kovulmuş Ademin ta kendisidir ve madem ki yalnız biz onun evlatlarıyız, demək, ona benzer adamlarız. Biz Allahın Mübarek Adlarını göremiyoruz beş duyğumuzla. Bu asla mümkün de değil, çünki bütün fiziki-bioloji kuruluşumuz yalnızca maddi aleme uyğunlaştırılmışdır. Adem ise cennette görüyordu o Mübarek Adları. ”Hüsnü-camalın neqşini gördü gözlerim ezelden. Bu hüsne heyran olmuşam, men neqşe heyran gelmişem”, diyor Nesiminin başka bir qezelinde hazret Adəm. Ezelden. Ne zamandan? Tabii ki cennette olduğunda. Ondan da önce. Yüce Mecliste. Ta yenice yaratıldığında. Yani onun görünüşü, vücudu tamamen bizimkinden farklı olmuştur. Allah onu Kendisine benzer yaratmış, Allahın benzeri olmadığı gibi, demek ki, onu da her hankı bir varlığa benzetmek olmaz. Allahın Mübarek İsimlerinin kısmen onda benzeri olmuştur, başka hankı benzerlik akıla gelebilir? O İsimlerden birisi de Lamekandır. Yani Mekansız. Ademe benzeri ve mekanı olmayan cennet yaratılışı demek de doğru olamaz, çünki cennet mekandırsa Ademin mekanı varmış, lamekan değilmiş o. Benzeri maddi alem içinde olmaya bilir, mekanı da cennet, tabii ki, böyle bir varlık dünya insanının “şerhü-beyanına”, ”zennü-gümanına”, ”lisanına”, ”beste dehanına” sığamaz. Çünki o, “Gövherü-Lamekandır”, yani Mekansız olan Allahın yarattığı gövherdir. Yani Lamekan değil o, Gövherü-Lamekandır.
(devamı var)