Şeyh İmadeddin Nesimi dünyasının sırrı (üçüncü bölüm)
Mirza Hacıyev
ŞEYH İMADEDDİN NESİMİ DÜNYASININ SIRRI
üçüncü bölüm
(arifler için)
Adem cennetteyken Rahman onunla konuştuğu için Adem ilk peyğamberdir. Cennetten kovularak maddi aleme çevrildikten sonra da Rahman onunla, yani bütün maddi mekanla konuşmuştur. Hem de ayrılıkta mekanın içindeki bütün maddiyyetle, hem de insanla. Insandan başka o maddiliklerden hiç birisi vehyleri kabül edememiştir. Rahman insanlar içinde son olarak Muhammed peyğamberle konuşmuştur. Ama peyğamberler de dahil bütün beşeriyyet Ademin maddi halinin terkib hisselerinden birisi olduğu için, demek, muhtelif zamanlarda yaşamış bütün peyğamberlere ayrı-ayrılıkta gelmiş bütün vehyler maddi alemin kendisine, yani Ademin kendisine gelmiştir. Ona göre Adem diyor ki, “Hem levhi-Tevrati-Zebur, İncilü-Kurani sühef. Hem men kelamü-natiqem, hem cemi Kuran gelmişem ”. Bu bakımdan Adem ilk, hem de son peyğamberdir, hem de hepsi birliktedir. Ayeler Rahman Adıyla Allahdan bir rahmet olarak geliyor; haman o ayeler, haman o “rahmet” peyğamberlerden önce maddi mekana, Ademin kendisine geldiği için diyor ki, “Hem ayetü-Rahman menem, hem rahmetü-Rahman menem. Hem vehyi mütleq söylerem, hem nuri-Yezdan gelmişem “. “Nuri Yezdan”, yani ilahinin nuru gibi gelmişim. “Alemde hüsnün vechine men vechi bürhan gelmişem”. Allahın Hüsnü-Camalından konuşuyor. O “Hüsnün tecellisinden geldi vücuda alem” diyor, yani cennette günah işledim, O da kazaplandı bana “Ol” dedi, ben de maddi mekana çevrildim. Nesiminin benii şerhü-beyan etmesine kadar “sirrü-pünhan” idim, gizli sırr idim, ama artık onun gelişiyle Hüsnü-Camalın maddi alem gibi tecellisine “vechi-bürhan”, yani görüntü delili oldum.
“Natiq” Ademdir. Konuşuyor. Ama kendinden söz demiyor, dedikleri Allahdandır, Hakkdandır. Ona göre “Natiqü-Heqqdir” Adem. O Natiqü-Heqqin sözünü, kelamını diyen ise Nesiminin devrinde Nesimidir. Yani Nesimi “Kelamü-Natiq”dir. Peyğamberler vehyi Allahtan alırlar, ama onlar da Ademin vücudu içindeki maddiliklerden birileri oldukları için ayeler değil, konuşmaları Ademin konuşması anlamına geliyor. O yüzden diyor ki, “Vehyi mütleq söylerem”. Adem küll halinde bütün beşeriyyet olduğu için insanların iyisiyle birlikte kötüsü de, müminiyle birlikte kafiri de, merhametlisiyle birlikte zalimi de Ademdir. Nesiminin diliyle bunu böyle anlatıyor: “Münkir menem, razi menem, sufi mənəm, safi menem, kafi menem, şafi menem, zahid menem, abid menem, fasiq menem, mümin menem, kafir menem, men külli-insan olmuşam. Gah çıxmışam İsa gibi çarx üstüne oturmuşam, Gah varmışam Yusif gibi Mısırda sultan olmuşam”. Kudret denizinin serrafıyım, Vehdet madeninin yaqutuyum, diyor, “Şimdi Nesimiyem, xak ile yeksan olmuşam”. “Xak ile”, yani toprak ile yeksan olmuşum, “şimdi topraktan yoğrulmuşum” anlamındadır. Bütün beşeriyyetin günlük konuşması Ademin konuşmasıdır. Ve beşeriyyetten, öylece de bütün maddi eşyalardan çıkan sesler Ademdendir, çünki bu sesler, bu konuşmalar Ademin vücudu içindedir. Yani “Nitqü-eşya natiqü-Heqq özüdür. Söyleyen kendü-kendine sözüdür”. Bir insan diğerine söz diyorsa konuşan da Ademdir, işiten de. Dedikleri sözün kendisi de Ademdir, çünki Ademin cennetteki halinin de temelinde, maddi aleme çevrildiği halinin de, yani bütün yaradılışın temelinde söz duruyor. Her bir şey, her bir yaratılış Allahın sözüdür, başka bir şey değildir. Eğer Rasulillah aye diyorsa o aye Allahtandır, ama o da bir beşer evladı gibi maddidir, maddi alemdəndir diye o ayeleri onun diliyle diyen Ademin kendisidir. Ayenin kendisi kelamdır, hikmettir, fikirdir, o ne Ademdir, ne Ademdəndir; o, Allahtandır. Ama onun sesle deyilişi onun maddi alemde maddileşmesidir. Maddileşmiş hali Ademdir, Ademdendir. “Yazılana pozu yoktur” fikri ayenin göklerdeki Ana Kitapda, Levhi-Mahfuzda yazılmış kayri-maddi halidir, çünki ora hiç bir insan eli giremez. Ayenin değişilen, tahrif olunan hali ise yalnız maddi aleme gönderildikten sonra insanların kendi maksatları hatırına tahrif olunmuş maddi halidir; Kurani-Kerimdən önceki semavi Kitaplar insan eliyle tahrif olunmuş ve buna göre de insanlara son semavi Kitap gönderilmiştir. Ve anlamak lazımdır ki, haman bu Kitap da maddidir ve hər hankı kafirin, ateistin matbaasında o Kitabdakı cümlelere ilaveler olunarak, tahrif edilərək milyonlarca basılarak dünyaya yayılması mümkün olmayan iş değildir. Yani maddi alemin içinde maddi olan ne varsa ilahiden gelmiş olsa bile maddileşdiyi zaman Ademdendir, maddi olan her şey ise zamanca değişendir ve ya değişe bilendir. “Bir hala qerar eylemez eyyam, geçer ömür. Ey ehli-nezer, bakma bu hala, nezer eyle”. O ayelerin hakikaten Allahtan geldiğini kabül eden, ömrünün sonuna kadar peyğambere, Allaha sadık kalan hazret Ebu-Bekir de Ademdir, o ayeleri inkar eden Ebu-Leheb, peyğambere kılıc kaldıran Ebu-Cehl de Ademdir. İsa peyğamber de, havarileri de Ademdir, onları aşağılayan yahudiler de. Yusif peyğamber de Ademdir, onu kuyuya salan kardeşleri de. Musa peyğamber de, Mısırdan çıkardığı bütün yahudiler de Ademdir, onların ardınca orduyla gelen firoun da. Nuh peyğamber de Ademdir, Nuh tufanında boğulan beşeriyyet de, o tufanın kendisi de Ademdir. Ona göre de “Kelamü-Natiq” sözünü “Kelimullah” sözüyle aynı anlamak düzgün değil. “Kelimullah” Allahın kelimesi demektir, peyğamberlerden hazreti Musaya aittir, çünki Allah onunla melek aracılığıyla değil, yanan oddan direk konuşmuştur. Nesiminin qezelleri ise Ademdendir; madem ki, qezellerin sahibi Ademdir, demek, Nesiminin dedikleri Allahın değil, Natiqin dedikleridir, Natiqin kelamlarıdır, yani Nesimi
Kelamü-Natiqdir, Kelimullah değildir. Başka qezellerinde de Nesimi tekrar-tekrar Natiqin Kelamı olduğu fikrine dönüyor. “Heqqin kelamı mendedir, sanma meni heqqden iraq”. Ve ya “ Adım Nesimidir, bu gün oldum Kelamü-Natiq uş. Hem ayine, hem nuri-heqq, hem Fezlü-Yezdan olmuşam”. Niye “ayine” diyorr kendisine? Her bir maddiyat Allahın sözü olduğu için her birisinde Allahtan bir nişane, her birisinin içinde ilahiden nur vardır. Adem de Allahın sözü olduğu için her hankı tarafa bakarsın Ademin varlığını, maddi halini görürsün. Yani her bir cisim diğerleri için hem aynadır, aynı zamanda hem de diğer cisimler aynasında kendisine bakan. Konuşan da Ademdir, işitenn de. “Söz olubdur kendi, söz söyler eyan. Kendi kendü zatını eyler beyan”. Nesimi de maddiyyatlardan birisi olduğu için bu manada “hem ayine, hem nuri heqq”dir; hem maddedir, hem maddenin içindeki ruhtur. Bu muhtelif tabiatlı, muhtelif formalı, muhtelif vücudlu cisimlerle Adem muhtelif sıfatlarda, şekillerde kendisini hatırlatıyor. “Her sıfatdan xali etmiş kendözün. Kendü kendü üzüne tutmuş üzün. Her neye nezer qılsan, ol bigüman. Kendü kendinden verir sana nişan”. Ama Kelamü-Natiq o devirde bir tek Nesimi olduğu için başka yaratılmışlardan farklı olarak o hem de Fezlü-Yezdandır. Yezdandan, yani Allahtan fazilettir; müdrikliktir, kamilliktir, elm-marifet ehlidir. Ama bu sözün setiraltısı da var; fezlü-Yezdan Allahın fezli demektir, yani Fezlüllah. Nesiminin mürşidi, hürufiliyin banisi, sufiliyin en büyük simalarından birisi olmuş Fezlullah Neimiye işaredir. Fezlullah Neimi hürufilik ideyalarını Teymurlengin kabül edəceği umutuyla kendi kitapını ona göndermişdi, ama Orta Asya ruhaniliyi tarafından hele genc yaşlarında “mehdi sahib ez-zaman” ilan edilen, bu fetvayla az bir zamanda kendisine büyük ordu toplayarak muhafazakar din temelinde büyük imparatorluk kuran Teymurleng imparatorluğun temelini dağıta bilecek böyle bir adımı, tabii ki, atamazdı; bazı araştırmaçıların onun hürufiliği kabül etdiği barede ısrarlarına bakmayarak fakt budur ki, büyük emir onun kitapında küfr görmüş ve onun idamını hükm etmişdi. O zaman Fezlullahın ideyaları Maveraünnehrden Anadoluya, Kafkaslardan Şama kadar çox büyük bir arazide müritleri tarafından yayılmaktaydı, Teymurlengin eyanlarından, ordudakı askerlerden de hürufiliği kabüllenenler vardı, hatta sevimli torunu, geleceğin büyük astronomu olacak Uluqbey de hürufiliğin tesiri altına düşmüşdü. Ola bilsin Fezlullaha islam dünyasında olan bu büyük sevgiden ihtiyatlanan Teymurleng kendisinin adil ve müdrik adına kötü söz gelebilir diye onun idamının icrasını kendisi değil, oğullarından en zalimi ve kafasızı olan Miranşaha emretmişdi. Atdan düşerek beyni pozulan Miranşahdan ise halk her türlü zalimlik bekleye bilirdi, boşuna ona Miranşah yerine “Maranşah”, yani “yılanşah” demiyorlarmış ki. 1401 yılında Elince kalesi civarında atların kuyruğuna bağlanarak parçalanmak üsuluyle idam edildikten sonra Fezlullahın ideyalarını artık açık-aşkar Nesimi kendi qezelleriyle tebliğ etmeğe başlamışdı. Buna göre diyor “Hem fezlü-Yezdan olmuşam”. Daha doğrusu, bunu Nesimi demiyor, Nesiminin diliyle Adem diyor. Nesiminin hürufiliği açık-açığına tebliğine yalnızca hürufi arkadaşları değil, Ademin kendisi de karşı çıkıyor. Diyor ki, “Bir emin mehrem bulunmaz, ey Nesimi, çün bu gün. Halka faş etme bu remzi, keşfü-esrar isteme”. Yani remzle konuş, açıklama her şeyi, sırrın izahını benden isteme, çünki bir “ emin mehrem”, sadık yakının yoktur bu gün. Ömrünün son Halep devrinde Nesiminin şöhreti o kadar artmışdı ki, hürufilerin onun her bir emrini derhal icra etmeleri Mısır sultanına bağlı şehir hakimini rahatsız etmeğe bilmezdi. Adem bu yüzden onun ihtiyatlı olmasını, “ebsem”, yani sessiz kalmasını istiyor, çünki beşer evladının ne kadar vefasız olduğunu Ademden güzel bilen yoktur. Diyor “Bivefadır çün bu alem, kimden istersen vefa? Bifefa alemdesin, yare-vefadar isteme. Gül bulunmaz bu dikenli dünyanın bağında çün. Ebsem ol, bihude gülsüz yerde gülzar isteme”. Fezlüllahın idamından sonra Tebrize, sonra da Anadoluya gitmiş Nesimiye şiirlerine göre kimse dokunmamışdı. Ruhani dünyası ona nefret ediyordu ama halk onu seviyordu. Anadoludan sonra Halepe giden Nesimi artık başka Nesimi oluyor, sanki remzlerle, gizli konuşmaktan usanarak her şeyi aşık-açığına tebliğ etmeye başlıyor ve taraftarları arttıkca memur tayfasından düşmenleri de artıyor; şehrin önde gelenleri Nesimide dünyevi hükümdar olmak isteği görüyorlar. Onu adım-adım mahv olmasına doğru götüren sebep de onun Halepteyken dünyevi hükümranlığa meyletmesi olmuştur. Baba yurdu Şamahıdan doğma kardeşi Şahxendan da bu zamanlar ona mektup yazarak ihtiyatlı olmasını, bu işi bırakmasını tavsiye etmiştir. Cevap mektubunda Nesimi mücadelesinin daha yenice başladığını ve bu mücadeleden asla vaz geçmeyeceğini bildiriyor. Adem de bu zaman Nesimiye diyor o beytleri onu durdurmak için. Diyor “Şerbeti ağuludur fani cahanın, sen onun. Şerbetinden nuşidari umma, zinhar isteme. Dünyanın sevgisi ağır yük imiş, menden işit. Nefsini yük etme ona, ey sebük, bar isteme”. Yani senin görevin benim sözlerimi beşeriyyete yetirmekten ibarettir, dünyevi işlerden, dünyanın zehirli şerbetinden uzak dur. Ama Nesiminin şehir hakimi tarafından tutuklanması, mahkemesi ve idamı gösteriyor ki, Nesimi ne kardeşini, ne Ademi bu meselede dinlememiştir. Bir Kelamü-Natiq gibi Ademin haman o beytlerini insanlara iletmişdir ama, tavsiyesini dinlememiştir.
Nesiminin Kelimüllah değil Kelamü-Natiq olması onun missiyası ile peyğamberler missiyası arasındakı esas farktır. Ama bu hem de Nesiminin missiyasını anlamak için güzəl mukayesedir; yani nice ki Allah peyğamberlerle konuşmuştur, öylece de Adem Nesimiyle konuşmuştur. Qezellerde peyğamberlerden hazreti Musanın tekrar-tekrar hatırlanması hiç de tesadüf sayılamaz yani. Nice ki hazreti Musa Allahın elçisi olduğu için diğer insanlardan Kelimullah gibi seçilmiş durumdadır, öylece de Nesimi Ademin elçisi olduğu için diğer insanlardan Kelamü-Natiq gibi seçilmiş durumdadır. Nesiminin, tabii ki, Musa peyğamber gibi mücizeleri olmamışdır. Ama yani hazreti Muhammedin mücizeleri olmuşmu? Bununla bile son büyük peyğamber değilmi? Niye? Çünki onun en büyük mücizesi qırk yaşına kadar hiç zaman şiir demediği halde birdence son derece güzəl potikayla Kurani-Kerimi söylemesidir. Mücizeleri olmayan Nesiminin de en büyük mücizesi her beyti sırrlar hazinesi olan, son derece yüksek poetikayla söylediği qezelleridir. Bu qezellerde insanı vahid hakikate götüren vahid yolun o kadar derin məna çalarları var ki, hayrete geliyorsun ki, bu kadar da olamaz, bu, dünya insanının sözüdürmü yani? Diyorsun, hakikaten, “Hiç kimse Nesimi sözünü keşf ede bilmez. Bu kuş dilidir, bunu Süleyman bilir ancak”. Niye? Çünki Adem diyor o sözleri Nesiminin diliyle. Nesiminin fikirleri değil onlar. Böyle bir şair Batı aleminin olmuş olsaydı, her şehirde, belki de her caddede onun heykelini diker aziz hatırasına ihtiram göstererlerdi. Doğuda ise onu idam ederek derisini soymakla da nefretlerini bitiremediler, başsız ve derisiz vücudunu günlerce Halepin kale kapılarından asdılar ki, karğa-kuzğuna yem olsun.
Allah hiç bir şey yaratmadığında sonsuzlukta Onun varlığından haberi olan hiç bir şey yoktu. Varlığını bilsinler diye yaratmağa başlıyor ve meleklerle ilk cin olan İblisi yaratıyor. Ama onlar Allahdan haberdar oluyorlarsa da hiç birisi Hüsnü-Camala benzetilerek yaratılmamışdı. Bu yüzden sonradan Kendisine benzer ama, kokret vücuda malik Adem adlı bir varlığı, ilk insanı yaratıyor. “Haqq suretinde gelen insan sensin cahana. Ey Tanrının sifatı, alemde cavidansan”. Bunu Nesimi diyor Ademi tarif ederek. Allah Ademi bütün başka yarattığı varlıklar gibi kelamıyla, ayeleriyle yaratmıştır; cennetten kovulurken de maddi mekana çevrilişi için ona kelamıyla “Ol” demiştir, maddi mekanın içindeki büyüklü-küçüklü her bir hareket de Onun ayelerinin icrasıdır, yani bütün maddi alem Allahın ayeler toplusudur Kıyamete kadar. Bütün peyğamberlere gönderilmiş ayeler, nazil olan Kitaplar maddi mekan gibi Ademin kendisine gelmiştir. Odur ki Nesimi Ademi tarif ederken devam ediyor: ”Üzün kitabi-münzel, zülfü-ruhundur ayet. Ey Xaliqin kelamı, dilimde tercümansan”. Yani maddi aeəm bir vücud olarak götürülerse o vücudun sıfatı haman o ayeler toplusu olan kitabi-
Münzeldir, nazil olan Kitapdır. Ayeler ise remz olarak o vücudun içindeki ruhun saçlarına benzetilmiştir. Bu beytdeki mananın bu cür açılışı olmadan diğer qezeldeki güzel bir beytin manasınl açmak asla mümkün olamaz. Bakın, Adem diyor Nesiminin diliyle: “Mişkin saçın zülmatına yol bulmak ister, Xızrı gör. Lelin şerabın içmişem men, abi-hayvan gelmişem”. Mişk saça sürtülür. Onun saçların dibine kadar gitmesi için Xızır peyğamberi niye görmelidir insan? Ama eğer ayeler ruhun zülfüne, saçına benzetilmişse, demek, ayenin “zülmatına”, yani ondakı mananın derinliğine yol bulmak isteyen mişk idraktır, akıldır. Yani idrakın ayenin mana derinliğine yol bulmak istiyorsa Xızır peyğamberi gör. Niye Xızır peyğamberi? Çünki çöllerde, sehralarda yollarını azmış adamlar onu yardıma çağırarlar ve o da yardıma yetişerek yolunu azmışlara yol gösterer dini inanclara göre. Eğer insan ayelerin mana derinliğine varmamışsa, demek, yolunu azmıştır. O zaman yol gösteren kimdirse onu görmeli, onun eteğinden tutmalıdır. Mana derinliğine giden yolun en doğrusunu ise Adem gösterebilir. Çünki peyğamberler Allahdan aldıkları ayeleri insanlara yetirmekle mükellefdirler. Bu ve ya diğer ayedeki mana derinliğini Allahın onlara bildirdiği kadar insanlara izah edebilirler, çünki qeybin anahtarı Allahın elindedir, peyğamberler beşer evladı olarak bizlerden biridirler. Ademden başka hiç bir peyğamber cennette yaşamamış,
hiç birisi o mekanda “Lelin şerabından”, yani abi-Kevserden, dirilik suyundan içmemiştir. Yalnız Adem cennetin sakini olmuştur diye o mekan hakkında hertaraflı bilğiye sahipdir.
Muhafazakar dindarlık, tabii ki, hakikatın bu şekilde izahını kabül edəcək akılda değildi, Ebu Cehller Resulillahı anlamayarak ona dinsiz dedikleri gibi muhafazakar dindarlar da Nesimiyi anlayamadıkları için ona kafir diyorlardı. Nesiminin ise cevabına bakın: ”Heqqin kelamı mendedir, sanma meni heqqden iraq. Çünki
gönül arşi-heqqdir, bes arşi-Rahman olmuşam”. İlk bakışta pafosla söylenmiş isyankar şair beyti diyerek geçmek mümkündür. Ama arif olanlar bu acaip beytin yanından geçermi? Görmüyorlarmı büyük bir mana ilavə hiç bir izah verilmeden, bir tek misraya nice kısaca bir şekilde yerleştirilmişdir? Hankıdır o mana?
(devamı var)