Nesimi qezellerinin anahtarı-Mirza Hacıyev-
NESİMİ QEZELLERİNİN ANAHTARI
Ademin kendi sözünü bildirmesi için Nesimiyi seçmesinde, ona seslenmesinde fark, hem de çok-çok büyük fark bundadır ki, eğer Allah Kendi yarattığı varlıklar içinden hazret Musayı seçmişse, Adem kendi cisminden yaratılmış varlıklar içinden Nesimiyi seçmiştir. Hazret Musa adlı Kelimüllahı yaratan, yaşatan, öldüren Allahtır. Nesimi adlı Kelamü-Natiqi yaratan, yaşatan, öldüren ise Adem değildir, çünki kendisi de Allahın yarattığı varlıklardandır, Allahın hükmündedir. Adem yalnız Natikdir, söz diyendir, seslenendir ama, Nesiminin ve ya bir başkasının kılına bile zarar veremez. Nesimi kamil olduğu için onun dediklerini insanlara söylemiştir ama, söylemezse Adem ona hiç bir zarar dokunturamazdı, bir başka kamil insan seçerdi kendisine. Peyğamberler de kamil insanlardır ama, Allah onları Kendisine elçi seçmişse onlarda Onun dediklerini insanlara söylememek özgürlükleri yoktur; seçilmişlerse söylemelidirler. Hira dağında hazret Muhammed melek Cebrayılın “Oku” emrine “Hayır” deyince melek dönüp gitti mi? Hayır. Neden? Çünki Allahın emrine karşı gelmek olmaz, “Oku” demişse okumalısın. Ama Nesimi Ademin sözünü işitmeğe mecbur değildir. İsterse söyler, dediklerine emel eder. İstemezse söylemez, dediklerine de emel etmez. Bu özgürlüğü yüzünden de Halepte Ademin “Halka faş etme bu remzi, keşfü-esrar isteme” diyen israrlarına bakmadı. Yani Ademin Nesiminin diliyle qezel söylemesi onun Nesimi obrazında cahana gelmesi gibi anlaşılmamalıdır, Nesiminin sözleriyle cahana beyan olması gibi anlaşılmalıdır. “Sevdan ile mest olmuşam, hem içmişem qemden müdam. Mesti-Elestin camıyam, neçün ki tüğyan gelmişem”. Yani cennette ilahi sevdadan mest olmuş, oradan kovulunca da qem-kederden devamlı içmiş bir varlığım, varlık mekanının param-parça olup dağılmış, sepelenmiş piyalesiyim, camıyım ben; bir tek Nesimi değilim yani, onunla birlikte ayrı-ayrı halde gördüğün bütün maddilikler benim vücutumun tüğyan olmuş parçalarıdır.
Ben demiyorum bu yaztıklarımla Nesimiyi tam anlamak mümkündür. Nesimiyi yakın müritlerinin bile tam anladığını hiç zannetmiyorum; o, büyük bir sırr gibi geldi geçti bu dünyadan. Sadece, bu anlattıklarım da olmazsa onu asla ve asla anlamak mümkün olan bir şey değildir. Qezellerde müracaat objektinin acaip bir değişkenliği vardır, bu hüsus çok önemlidir. Bu deyişkenlik qezele sanki bir canlılık, bir hareketlilik veriyor. Yani aynı qezeldece Adem gah Nesimiye, gah Allaha müracaat ediyor, gah da Nesimi Ademi tarif ediyor. Mesela, diyor “Üzünü menden nihan etmek dilersen, etmegil. Gözlerim yaşın revan etmek dilersen, etmegil. Çünki eşqinin meskenidir gönlümün viranesi. Hasreti ona mekan etmek dilersen, etmegil”. Böyle anlamak olur ki, bunu Adem Allaha yalvararak diyor. Cennette yasak olunmuş ağacın meyvasını yeyince bedeninin değiştiğini ve Allahın ona öfkelendiğini gördüğü andır sanki, anlıyor ki, Allah bunun için onu cezalandıracak, cennetten çıkaracak. Cennetten çıkarılarsa Allahın Hüsnü-Camalı ona nihan, gizli olacak, göremeyecek artık Onu. Bedeni değişince viran olmuş gönlü Ona olan aşkının meskeniydi, cennetten çıkarılarsa Hüsnü-Camala hesreti o aşkının yerinde gönlüne mekan olacak. Yalvarış devam ediyor: “Canımı ayırdın veslin şerabından, ey gözüm. Eynimi gövherfeşan etmek dilersen, etmegil”. Yani suçun kendisinde olduğunu itiraf ediyor; gözüm gördü meyvayı, nefsimi tutamadım. Ama beytin anlamı ilk bakışta böyledir. Aslında ise bunu Nesimi Ademe yalvararak diyor; onun tavsiyelerini dinlemediği için Ademin kırğınlığını hissediyor, bu yüzden Kelamü-Natikliğine son verileceğinden endişeleniyor. Ademin ona söz söylemesi anlarına “veslin şerabı” diyor, belli bir zaman aralığında o ünsiyyet kesilmiş diye Nesiminin dünyası dağılmış sanki, bu devam ederse ağlamaktan gözlerinin yaşı durmayacakmış. Beytten anlaşılan budur ki, Nesimi Ademin yalnızca sesini işitmiyormuş, hem de onu görüyormuş; ama düşünmüş ki, madem Adem ona küsmüştür, artık onu görmeyecekmiş, yani gözleri canını onunla vüsalın şerabından ayıracakmış. Maddi alem gibi mi görüyormiş onu Nesimi? Hayır. Maddi alemi hepimiz görüyoruz. Ruhen görüyormuş onu, daha doğrusu, onun cennetteki halini. Ardınca Ademden cevab geliyor; Nesimiye kırğınlığının sebebini anlatıyor: ” Bürqeyi açarsan üzünden meğer namehreme. Gizli esrarı eyan etmek dilersen, etmegil”. Örtük kız yüzünde olar, o yüzden sanarsın ki, Nesimi sevdiği kıza diyor bunu, o halde “gizli esrar” da muhtemelen kızın güzelliğidir, mehrem olmayanlar görebilir. Ama hayır. Misrada remz vardır. Adem Nesimiye diyor ki, hürufilik üstünden remz örtüsünü açma, bu telime mehrem olmayanlara benim hakkımdakı gizli sırrı belli etmeği dileme. Tabii ki, Adem kendi hakikatinin bütün beşeriyyetin bilmesini istemiştir, aksi halde Nesimiyi kendisine Kelamü-Natik seçmezdi. Ama Nesiminin devrinin cahillik derecesini bildiğinden onun remzleri bırakarak açık-aşkar tebliğine karşı çıkıyor ki, Nesimi mahva doğru gitmesin, çünki muhafazakar ruhaniler içinde böyle bir sırrı açıkca tebliğ etmek bilerekten kendini tehlikeler içine atmak, canına qesd etmek demekti. Nesimi son devirlerinde yalnız remzlersiz konuşmuyordu, hem de hürufileri açık-açığına isyana çağırıyordu: “Ey bülbüli-qüdsi, ne giriftari-qefessen? Sındır qefesi taze gülistan talep eyle”, diyordu. Adem de yaratılmışlardan birisi olduğu için ileride neler olacağını bilemez, peyğamberdirse de ileride baş verecek olayları yalnız Allahın istediği kadar bile bilir; Kıyamete kadar maddi alemde, yani onun vücutunda baş verecek ne varsa hepsi ilericeden ayeler şeklinde ona bir proqram gibi verilmiştir, yani “üzü Kitabi-Münzeldir” ama o ayeler yalnız icra olunduğu zamanda Adem bundan haberdar olabilir, icra zamanı gelmeğen ayelerden onun haberi yoktur, yani geleceği bilemiyor o. O yüzden Nesiminin başına gelecek kötülüklerden haberi olamazdı; o, sadece, Nesiminin açıkca tebliğinin kötülüklere yol açacağını tahmin ediyordu, bu sebepten de Nesiminin hayatı için endişeleniyordu. Çünki Nesimi öldürülerse Ademin kendi hakikatını beşeriyyete bildirmesi işi yarıda kalabilirdi. Adem devam ediyor: “Qoymuşam eşqinde men kövnü-mekanın varını. Can nedir ki, qesdi-can etmek dilersen, etmegil”. Yani ben bu büyüklükte varlık mekanını bırakarak yine önceki vücut halimle cennette olmağıma razıyım, bu büyük mekanla mukayesede senin bir tek canın nedir ki, ona qesd etmek, onu tehlikeye atmak istiyorsun? Dolayısıyla, demek istiyor ki, can hiç bir şeydir, canın için korkmuyorum, sadece, canın giderse gördüğümüz iş yarıda kalabilir, o zaman benim hakikatimi kim söyler beşeriyyete? Tabii ki, insan çoktur Yer yüzünde ama Nesimi Kelamü-Natiklik zincirinin son helqesidir, o “xetmü-insandır”, ondan sonra Adem hiç kimseyle konuşmayacaktır, zincir Nesimide de bitmelidir. Ve ya diger qezeldeki Adem tavsiyelerine bakınız. ( Diğer qezel gibi veriliyor ama aynı qezel sayılabilir, ikiye bölünmüştür). Diyor: “ Bürqeyi terk eylemişsen, ey qemer, üzünden uş. Fitneyi-axirzaman etmek dilersen, etmegil”. Yani Ay remzi ile dediği hürufiliğin üstünden örtüyü çekmekte maksatın Kıyamet
koparmaktırsa, böyle şey dileme. “Zülfünü enberfeşan etmek dilersen, etmegil. Qareti-din, qesdi-can etmek dilersen, etmegil… Kuş dilini sen tercüman etmek dilersen, etmegil… Qemzeden misri kılıç vermişsin esrük türke kim. Kanbahasız nice kan etmek dilersen, etmegil… Canları bixaniman etmek dilersen, etmegil… Ey Nesimi, heqqden istersen götürmek perdeyi. Bütperesti bigüman etmek dilersen, etmegil”. Zülfünü enberfeşan etmekle, yani ayelerdeki enber kokulu asıl mananı bildirmekle muhafazakar dindarların inanclarını değişmiş olursun, böyle “qareti-din” etmekle canları kırğına mı vermek istiyorsun? Yakınların olan türk evlatlarının kılıcları ilimdir, biliktir, ”qemze”dir, kan dökülmeden nice olabilecek bu iş? Hakikatın üstünden perdeyi götürmek istersin, bununla puta tapınanların muhafazakar düşüncelerine karşı çıkmış olursun. ( Muhafazakar dindarlık Adem hakikatinden uzak olduğu için Nesimi onları puta tapınanlar gibi yolunu azmışlardan hisap ediyordu, inancları gümandan, tahminden başka bir şey değildir diye. Hürufiliğin açıkca tebliğiyle Nesimi onların o gümanlarını, tahminlerini yoketmiş olacaktı diye onlar inanclarının değişilmesiyle barışmayacak ve Nesimiye karşı kalkmış olacaktılar). “Çün enelheqqden götürdü suretin mahi-niqab. Sen heqqi neçin nihan etmek dilersen, etmegil”. Yani enelheqq demişsin sen, bunu dediğin için remzlersiz, açık konuşamazsın, dediklerin daima niqablı, örtülü olmalıdır. Açık konuşursun, benim hakikatımı beyan etmek işimiz yarıda kalacak ve bu hakikatın devamını senden sonra bildiren olmayacak, bu yüzden de hakikat gizli, nihan kalacak beşeriyyete, neden hakikatın gizli kalmasını istiyorsun? Ve bunca nasihetlerden, tavsiyelerden sonra yalnız son beytlerde Nesimi Ademe müracaat ediyor: “Yandırırsan könlümü eşqinde, melum oldu kim, Onu rüsvayi-cahan etmek dilersen, etmegil. Çünki eşqinin meskenidir könlümün viranesi, Hasreti ona mekan etmek dilersen, etmegil ”. Yani, ey Adem, senin beni terk etmen benim rüsvayi-cahan olmam demektir, sana olan aşkımın yerinde ise sana olan hasretim mesken salacak, böyle bir şey dileme. “Çün yeqin bildi Nesimi ağzının var olduğun. Ol yeqini sen güman etmek dilersen, etmegil”. Yani benimle konuşanın sen olduğuna emin olduğuma hiç şüphe etme, daha doğrusu, şüphe etmeği bile dileme.
Bazen ise bir beyttece Adem hem Allaha, hem de Nesimiye müracaat ediyor. Diğer bir qezelden: “ Göster üzünü bir kere, ta ki, Nesimi can vere. Çün eydü-ekberdir üzü, can ona qurban gerek”. Birinci misrada Adem Allaha müracaat ediyor, diyor ki, göster Hüsnü-Camalını bir kere ki, Nesimi görsün ve ölsün. İkinci misrada ise Nesimiye müracaat ederek Allahın Hüsnü-Camalını görürse neden ölmeli olduğunu anlatıyor. Diyor ki, Onu görmek büyük bayram gibi, Kurban bayramı gibidir. Kurban bayramında ise Allah için can kurban gider.
Yani Nesimi qezellerinde hangı beytin, hangı misranın kim tarafından kime müracaat edilerek deyildiğini bilmek o beytin, o misranın manasının bir numaralı anahtarıdır. Eğer diyorsa “Üzün Kitabi-Münzel, zülfü-ruhundur ayet, Ey Xaliqin kelamı, dilimde tercümansan. Haqq suretinde gelen insan sensin cahana, Ey Tanrının sıfatı, alemde cavidansan”, bu Nesiminin Ademe dedikleridir. Ardınca gelen beytte ise Adem Nesimiye diyor: “Haqqdan gelen kelamın mücizdir, ey Nesimi. Sensen ki künte-kenzin esrarına beyansan”. Sanki Ademle Nesimi dialoqdadırlar, bu ona diyor, o buna. Ama anlaşılan budur ki, hatta Nesimi devrinde bile hürufilerin bir çoğu qezellerdeki bu hususu anlayamamışlar; sanmışlar ki, Adem yalnızca Nesimiye söz diyen değildir, o hem de onun cisminde tecella etmiştir, o halde Kitabi-Münzel olan yüz Nesiminin kendi yüzüdür ve demek ki, onun yüzü kıblegahtır. Bu cahillikten Adem çok kızarak diyor: “ Barmak ile gösterirler ki, üzündür kıblegah. Ol şehadetten dönübdür küfri-iman sizlere. Dilbera, gönlünde yoksa aşiqe kılmak vefa, Xeyri qoymaz miskine qılmağa şeytan sizlere. Abi-heyvanın qiymetin heyvana yok, Xızra sor. Çünki idrak eylemez her deqme heyvan sizlere”. Bu yerde Nesimi ifrata varmış hürufi arkadaşlarını anlatmakta aciz olduğunu, çaresiz kaldığını bildiriyor, Ademe “şahe-xuban”, yani iyilerin, peyğamberlerin şahı diyerek: “Eşq içinde bineva kaldım, heder cehd eylerem. Halimi erz eyleyemem, şahe-xuban, sizlere”. Ve küsmemesi için yalvarıyor ona: “Ehli-alem yılda bir eyd ederler kurban için. Her zaman kurbanınam, ey cümle, kurban sizlere. Lütfi-ihsan vaktidir, şaha, mene ihsan gerek. Çün ezelden kısmet olmuş lütfi-ihsan sizlere”. Cevabında Adem diyor: “Ey Nesimi, xubların bir başı vardır, min dili. Eşq ile bel bağlama bu ehdü-peymansızlara ”. “Xublar”, yani iyiler hürufilerde peyğamberlerdir. Ama hürufiler cahillere “divler” diyorlardı, kendileriyse Ademden bilgi aldıkları için xublardı. Nesimi Ademe müracaat ettikte “xub” sözüyle hem peyğamberleri, hem de hürufileri nezerde tutuyor ama, Adem Nesimiye müracaat edirken “xub” olanlar yalnızca şairin yakın arkadaşları olan hürufilerdir. Yani Adem diyor sana küsmüyorum ama, inanma böyle ifrata varmış arkadaşlarına, bunların bir başı vardır bin dili, dilleri dediklerini yürekleri demiyor yani, o yüzden sevme böyle ahdsız, vefasızları. Hakikaten de, Nesimi gibi bütün İslam aleminde meşhur ve çok sevilen bir şeyhlerinin idamına yüzbinlerce hürufilerin sessiz kalmaları ve dört bir tarafa dağılarak kısa zamanda tarih sehnesinden silinmeleri Ademin şaire verdiği nesihatlarında ne kadar haklı olduğunu gösterdi.
Qezellerdeki Adem-Nesimi dialoqunu göstermek için daha bir güzel misal göstereğim. Önce bir qezelden hiç bir izah vermeden dört beyt yazıyorum. Bakınız: “ Ömrümün sübhü üzündür, bahtımın şamı saçın. Gitme, ey dilber, gözümden, sübhümü şam eyleme. Rindü-qellaşem, mene zahid deme, ey müttaki. Laübali aşiqi alemde bednam eyleme. Eşqini terk etmek ister könlüm, ama çin değil. Ya ilahi, kimseyi sen biserencam eyleme. Çeşmeyi-lelin suyundan bir qedeh ver, saqiya. İştiyaqdan, ey Nesimi, gözlerin cam eyleme ”. Bu dört beytin hepsi Nesiminin birisine müracaatıdır mı? Nesimi dünyasının sırrını bilemeyenler için öyledir, çünki qezeli Nesimi diyor. Ama aslında nicedir? Nesimi aşik olduğu dilbere hem “gitme” diyor, hem de bu aşkı terk etmek mi istiyor? Hayır. İlk iki beyt Nesiminin Ademe yalvarışıdır. Son iki beyt ise Ademin Nesimiye cevabıdır. Nesimi diyor bahtımın karası senin saçlarının karası gibidir, bahtım karadır ama hayatımın sübhü, yarını yüzün gibi parlaktır; bu, misranın direk anlamıdır, sadece, poetik benzetmeyle şairane deyilmiştir. Ama artık biliyoruz ki, saç, zülf hürufilerde aye remzidir; yani benim bahtım manası anlaşılmayan ayenin gece gibi karanlığına benzer. Ademin yüzü ise Kitabi-Münzel, yani ayeler toplusudur; yarınların, geleceğin ayelerinin icrası zamanı daha gelmemiş diye ömrümün sübhü, yarınları yüzündedir, demiştir. O ayelerdeki manayı sen açıyorsun bana, ey Adem, gitme, gidersin sübhüm akşam olacak, yani ayeler bana karanlık kalacak. İkinci beytte Ademi rehme getirmek için kendini aşağılayarak “Rindü-qellaşem” diyor, yani sahtekar gezergiyim, bana dindar deme, ey iman sahibi. Bu “laübali”, avare-sergerdan aşiki alemde rezil-rüsva edeceksin gidersen. Neden rezil-rüsva olacakmış Nesimi? Çünki kendisini Kelamü-Natik ilan ettiği için, “Adem benimle konuşuyor” dediği için hürufilerden başka herkes ona sahtekar, yalancı diyormuş, hatta hürufiliğe yakın olan sufiler bile onu bu konuda ciddiye almıyorlarmış; eğer Adem ona söz söylemesini durdurursa kendi arkadaşları olan hürufiler bile ondan yüz çevire bilirler ki, herhalde iyi değilmişsin ki, Adem seninle alakasını kesmiştir. Bu yalvarışlardan sonra üçüncü beytte Adem kararsız kalıyor, gitsin mi, gitmesin mi, Nesimiyle alakasını bitirsin mi, bitirmesin mi? Diyor bu sevdayı gönlüm bitirmek istiyor ama bitiremiyorum, kararsızım. Ve beytin ikinci misrasında bu kez Adem Allaha yalvarıyor ki, ey Allahım, sen hiç kimseyi kararsız etme. Dördüncü beytte ise Adem artık rehme gelmiştir. Dördüncü beytin ilk misrasında o, cennet hurisine müracaat ediyor “saqiya” diye. Kibar meclislerde misafir kendi kadehine içkiyi kendisi süzmezmiş o çağlarda, bu işi meclislerde yerine getiren saqiler oluyormuş. Adem diyor ki, “çeşmeyi-lelin suyundan”, yani cennetin abi-kevserinden bir kadeh doldur ver, saqiya ki, buna vereyim barışık alameti gibi. Bu sözleri duyunca Nesimi, tabii ki, sevincten şaşırıyor, gözleri cam gibi, piyale gibi açılıyor. Bunu görünce Adem hatta espri yapıyor, diyor, “iştiyaqden”, yani hevesden, ey Nesimi, gözlerini cam eyleme, yani faltaşı gibi açma. Barıştım seninle.
Görüyor musunuz? Sadece, dört beytte beş müracaat vardır. Nesiminin Ademe, Ademin Nesimiye, Ademin Allaha, Ademin cennet hurisine ve tekrar Ademin Nesimiye müracaatı. Qezeldeki bu hüsus belli olmazsa orada deyilenlerden hiç bir mana çıkarmak olmaz, ya da mana yanlış olacak.
(son)