NESİMİYİ DELİ-DİVANE EDEN ERMENİ GÜZELİ, SUFİLERE CEVABI VE MİSAFİRİ
NESİMİYİ DELİ-DİVANE EDEN ERMENİ GÜZELİ, SUFİLERE CEVABI VE MİSAFİRİ
Nesiminin dünyevi qezelleri Ademden değil, kendisinden geldiği için remzlerden, gizliliklerden uzak, aşikane şiirlerdir. Böyle qezeller Ademden gelen yükseklikte değilse de romantikliğiyle acaip güzeldir. Bakın, güzelliğine hayran olmuş bir ermeni kızına neler diyor: “Ne peri, ne ademi bu şekille men görmedim. Cennetü-huri misin, yoksa ki rizvan, ermeni? Onca kim sey eyledim nazik camalın görmeğe. Zerrece yumşalmadın, ey gönlü zindan ermeni. Örtgil o Ay üzünü kim, çeşmü-namehrem görer. Yoksa ki dinden döner çok-çok müsliman, ermeni… Handa bir haç ehli varsa qamusun seyr eyledim. Bulmadım men sen teki bir cani-canan, ermeni. Bir sual etti Nesimi sen büti-mehpareden. Lütf ile söyleşe gör, ey leli-xendan, ermeni”. Hiç bir remz, hiç bir sırr yok bu qezelde, şair, sadece, sevdiği güzeli vasfediyor, o yüzden hiç bir şerhe, izaha ihtiyac yoktur. Ama nice de acaip güzel qezeldir. Sırlı olan bir tek şey var, o da ermeni kızının fevkalade güzelliğidir ki, böyle bir yücelerden yüce şairin gönül tahtının sultanı ola bilmiştir; bu güzelliği tasavvür etmek istiyorsun ama, edemiyorsun, çünki dünya kızının güzelliğine benzemiyormuş o, yalnız cennet hurisinde böyle güzellik olabilirmiş, belki de cennetin kendisidir, diyor. Ne periler, ne insanlar içinde böyle güzellik görmediğini itiraf ediyor şair. Bak buradaca arif olanlar için qezelin diğer bir sırrı da ortaya çıkıyor. “Peri” sırrıdır bu. Eğer qezel ilahi hakikatler hakkında olmuş olsaydı, cennet varlığı olmuş Adem söylemiş diye peri ve hurileri görmesini tabii karşılardık; Allahı görmüş Adem her şeyi görmüştür ve bu gün de maddi cahan olarak görmektedir. Ama bu qezel dünyevidir, ilahi hakikatlerden uzaktır, Ademsiz söylenmiştir. Bir beşer evladı gibi Nesiminin insanlar içinde bunca güzel görmediği anlaşılandır ama, periler alemini ne zaman görmüştür? Periler içinde böylesini göremem ve ya tasavvür edemem demiyor, “ böylesini görmedim” diyor, tasdik ediyor. Böyle bir tasdik periler aleminde bir defa olmanın da işine benzemiyor. Devamlı mı olmuş şair o alemde? İkili hayatı olmuş mu onun? Hem insanlar, hem de periler aleminde yaşamış mı o? Bak bunu artık bizler bilemeğiz, yalnız Nesimi bilir. Bu yerde Sokratüsü hatırlamamak olmuyor: “ Biz yalnız onu biliyoruz ki, hiç bir şey bilmiyoruz.”
Bu qezelde şair kendisine “derviş” diyor. Tabii ki, o, derviş olmamıştır, hürufilikte terki-dünyalık yasaktır. Sadece, qezel direk bir hrıstian kızına hitapdır, o kız sufilikten, hürufilikten, diğer tarikatlerden ne anlar? Hiç bir yerde çalışmayan, devamlı yaşayış yeri olmayan ve dünyanın yükü de sırtındaymış gibi daima dertli-kederli olan Nesimi bir hrıstian kızının nezerinde dervişten başka kim olabilirdi? Belki de bu yüzden kız ona gönlünün kapılarını kapatmışdı. Evi, sanatı, parası olmayan bir aşik lazım mı öyle güzele? Bu deli aşkın ermeni güzelinin umrunda bile olmaması Orta Doğuda haçlı seferlerinden kalma bir düşmanlık yüzünden de olabilirdi. Nesimi doğduğunda son haçlı seferinden cemisi yüz yıl geçmişti, hrıstian-müsliman karşıdurmasının açtığı yaralar hala yüreklerde kalmakta, hatıralarda yaşamaktaydı. Nesimi bu düşmanlıktan son derece uzaktır, sevgisi de saftır, peyğambere ant içiyor: “ Derdmend ettin meni, ey derde derman ermeni. Olmuşam eşqin yolunda bendeferman, ermeni. İsayi-Meryem hakkı için hiç kararım kalmadı. Didemi giryan eylersen, bağrımı kan, ermeni”. Ama kız zerrece yumuşamak bilmiyor. Nesimi bir tek şeyden korkuyor; ne zamansa Şeyh Senan adında birisi de bir ermeni kızını seviyormuş, kız gönlünü ona vermesi için “dinini terket ve hristian ol” diyor, o da çaresiz kalarak kızın şartını kabül ediyor. Bu ermeni güzeli de ona derse dinini terket, nice olacak? Dininden mi geçecek, aşkından mı? Aklı mı üstün gelecek, gönlü mü? Kim bilir? Herhalde bu konuda kararsızmış ki, korkuyormuş. Çünki gönül sevdasına akıl girmez, girince sevda bitmeli. Aklın düşüncesine de gönül girmez, girince akıl bitmeli. Akılla sevmek olmaz, severken akıllı olmak olmaz. Çünki sevgi gönülün akıla üstün geldiği deli halidir, aynen de dahilik aklın gönüle üstün geldiği deli halidir. Sıradan insanların nezerinde tabii ki, çünki norma dışındadırlar. Allah için ise her iki “delilik” insanı yaratmakta maksatıdır, kamil olmayan bunu anlayamaz. Kamil olmayanlar, sıradan insanlar haman o “deliler”in emellerini acaip hisap ettikleri için yazıya alarlar ki, buna da tarih diyorlar. Yani tarih akıl ve gönül delilerinin emelleri toplusudur, başka bir şey değildir. Akılla ilmi karıştırmak olmaz; akıl ilimsiz de olabilir, her ilimli adama da akıllı demek olmaz. İlim, sadece, dünyayı derketmek, Yaradanı tanımak içindir. Cengizhan okuma-yazma bilmiyordu, ilimsizdi ama akıl delisiydi, Mecnun ise medresede okumuştu ama gönlü aklına üstün gelmişti diye gönül delisiydi. Her ikisi de tarihte kalmıştır. Neden? Çünki her ikisi norma dışındadır; sadece, birisi akıl tarafa, diğeri gönül tarafa. Bütün ruhlar aynıdır, akıl-gönül vahdetidir, demiştim. Yeni doğmuş çocuğun ruhunun aklı ve gönlü boş bir kab gibidir, o çocuk büyütükce ömrü boyunca o kabları doldurmak için uğraşmalıdır. Düşüne bilmek kabiliyyeti aşağıdırsa akıl kabı ilimle dolmaz, seve bilmek kabiliyyeti aşağıdırsa gönül kabı aşkla dolmaz. Ruhlar aynı olsalar da aklın ve gönülün bu kabiliyyetleri her insanda farklıdır, ilahiden verildiği kadardır hele anne betnindeyken. Nesimi gibi kamillerde ise hem aklın düşünmek kabiliyyeti, hem de gönülün sevmek kabiliyyeti en yüksek, son haddedir. Arşi-hakk heddidir bu, yani sidretül-münteha hüdutu. Beşer evladının aklı ve gönlü ondan ötesine gidemez; tahmin, güman, zenn olar ondan ötesi ki, “zennü-gümana, şerhü-beyana sığamaz” o taraflar. Nesimi “xetmü-insan” olarak Kelamü-Natiklerin sonuncusu ve demek ki, en büyüğü olduğu için diger kamillerden mertebece daha da yukarıdadır, fevkelkamildir o, gönlü Ademin gönlüne kavuşmuştur diye onun gönlünde Arşi-Rahman olmuştur; onun gönlü Ademin cennetteki gönlü büyüklüktedir, Arşi-Ali büyüklüğünde. Yani Nesiminin hem aklı ilimle acaip doludur, hem de gönlü aşkla acaip zengindir. Ermeni güzeline göre gönlü aklına üstün gelmiş olsaydı bile yine Allahın nezerinde kamil olarak kalacaktı. İnsanlar ise onu, sadece, mecnun, deli bilecektiler. Leyliyi seven ilim sahipi Qeysi Mecnun hisap ettikleri gibi.
Hürufilik sufiliğin temelinde kök atmış, ondan ayrılmış bir koldur. Ama Nesimiye sufi alimi demek yanlıştır. O, Fezlullah Neimiden sonra qezelleriyle hürufiliği sufilikten ayrı, tam müstakil bir tarikat haline getire bilmiştir. Diyor “ Nesimi sufe değişmez qeminden geydiği şalı. Çünki sufi vefasızdır, bu şalın qedrini bilmez”. Sufi dervişlerin “suf” adlı kaba yundan geyimleri oluyormuş. Nesimi de onlar gibi gezergi bir hayat yaşıyordusa da terki-dünya değildi diye onun sufu olmamıştır. Suf yerine obrazlı olarak “qem-keder şalına, örtüsüne” büründüğünü diyor. Ve bu şalı, bu örtüyü hiç bir dervişle onun sufuna değişmez. Neden? Çünki sufi bu şalın, bu örtünün qedrini, kıymetini bilemez. Bu, beytin direk anlamıdır, aslında ise “qem şalı”yla hürufilik, suf ile sufilik kastediliyor. Hürufiliği müstakil etmiş düşünceleriyle Nesimiyi sufiler çok kınıyormuşlar, Nesimi ise beytte sufilerin hürufiliği anlamadıkları için kıymetini bilmediklerini ve bu tarikatı bırakıp da tekrar sufiliğe dönmeyeceğini bildiriyor. Yani sizin inancınız size, benim inancım bana. “Ben itirdim, ben ararım, o yar benim, kime ne? Gah girerim yar bağına, gül deririm, kime ne?” Yani sizlerin inancından ne kaybettiysem o benim işim, Allah bilir ben bilirim. İlahi hakikat ilminden bir hikmet, yani “yar bağından gül deririm”, kime ne? “Bir melamet hırkasını özüm geydim eynime, Ar-namus şişesini taşa çaldım, kime ne? Sufiler böyle diyermiş, güzel sevmek çok günah, Men severim sevdiğimi, günah menim, kime ne? Sufiler haram demişler bu eşqin şerabına, men doldurur men içerim, günah menim, kime ne? Sufiler secde ederler mescidin mihrabına, Yar eşiği secdegahım, üz sürterim, kime ne? Gah çıkarım gök yüzüne hükm ederim Qafdan Qafa, Gah inerim Yer yüzüne yar severim, kime ne? Nesimiye sordular ki, yarın ile xoş musun? Men xoşam, ya xoş değilem, o yar menim, kime ne?”. İzaha, şerhe ihtiyac var mı?
Nesimi Ademin yalnız sesini işittiğini değil, kendisini de gördüğünü tasdik ediyor mu?
Tabii ki. Meşhur bir qezel var ama, yanlışlıkla bütün nesimişinaslar o qezelde remz gibi kullanılmış “dilber” sözüyle şairin Fezlullah Neimiye işare vurduğunu hisab ediyorlar. “Dün gece bir dilber ile eyşimiz memur idi. Lakin ol xunxare gözler uykudan mexmur idi. Gözlerin süzmüş ve üzmüş canını aşiklerin. Asılı zülfünde yüz bin Şiblivü Mensur idi “. Qezel böyle başlıyor. Gözleri uykusuzluktan süzgün misafirmiş o. Fezlullahmışsa şair diyecekti ki, Fezlullahmış o, adını çekmek yasak değilmiş ki. Hem de hemen anlaşılıyor ki, ilk defa gördüğü adamdır o. Hem de bakınız ne diyor? Saçları varmış ama o saçlardan yüz bin Şibli ve Mensur asılıydı. Meşhur sufi Mensur Hallac ve onuncu çağın meşhur alimi, “Cinlerin esrarı” kitabının müellifi imam Şibli asılıymış o saçlardan. Acaip misafirmiş, değil mi? Nice yani beş yüz yıl önce ölmüş bu iki insanlardan yüz binlercesi asılıymış saçlarından? Devam ediyoruz: “Sözlerinden zahir oldu ol Mesihin möcüzat. Dodağından bir işaret aşiqe pek dur idi”. Misafir konuşmağa başlayınca mücize zahir oluyor, sanki İsayi Mesihmiş. Ve şairin korkmaması için de ona işaretle “pek dur” diyor. Şair görüyor ki, saçlar insanın bildiği saçlara benzemiyor, yüzbinlerce Mensur ve Şiblilerin doğumu, yaşamı ve ölümü hakkındakı ayelermiş o saçlar. “Hüsnü lövhündə yazılmış xubların şahı, deyü. Sümme enşe nahu xelqe axerin meşhur idi ”. Hatırlatayım ki, peyğamberlere hürufiler “xublar” diyorlardı, yani iyiler. İlk insan, ilk peyğamber olmuş Ademe ise peyğamberler şahı, yani “şahe-xuban”, iyiler şahı diyorlardı. Bu sözden başka bir de Kurani-Kerimin Enbiya suresinin on birinci ayesinden bir hisse varmış misafirin hüsnünde: ”Summe enşe nahu xelqe axerin”. Ola bilsin ayenin tümünü beytte bildirmeğe ihtiyac duymamış şair, sadece, hangi aye olduğuna işare vermiştir. Ayenin tamamı böyledir: “Ve halbuki bir nice zulmeden beldeyi helak ettik ve onlardan sonra başka-başka birer kavim vücuda getirdik”. Şair hayretler içindedir, çünki görmüş ki, onun “Zülfü sübhanellezi əsra biebdi ayeti. Yanağı üzre müselsel xett ile mestur idi”. Yani yanakları boyunca gizli hatt ile yazılmış İsra suresinin birinci ayesi de onun saçlarıymış. Ayenin tamamı böyledir: “Münezzehtir O ki, kulunu bir gece Mescid-i Haramdan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya yürüttü. Ta ki ona ayetlerimizden gösterelim. Şüphe yok ki, ancak O –– Halık-i Kadim—dir herşeyi işiten gören”. Misafirin “Boyu tuba, üzü cennet, ade kelurcun qaşı. Gözleri vennecm, onun sinesi vettur idi”. Yani boyu tuba ağacı kimi qametliymiş, yüzü cennet gibi güzelmiş. Kaşları Kurani Kerimin Yasin suresinin otuz dokuzuncu ayesi imiş: “ Biz kamere de konaklar takdir ettik. Nihayet hurma salkımının eski kurumuş eğri dalı gibi bir hale dönmüş olur”. Gözleri Necm suresi, sinesi ise Tur suresi imiş. Şair misafirinin bu mücizeli değişkenliğine önce hayret ediyor ama sonradan, tabii ki, onun Adem olduğunu anlayınca kendine geliyor, gönlü sevincle doluyor, o yüzden diyor: “Hemnişin idi, Nesimi, dün gece bir yar ile. Könlü şadü, vaxtı xürrem, meclisi pirnur idi”. Çünki Ademin onun gözüne göründüğü ve demek ki, onu kendisine Kelamü-Natik seçtiği ilk geceymiş o gece. Sevinecek tabii.
Burada iki çok önemli husus vardır. Biri budur ki, Adem onunla direk konuşmuştur, yani aralarında üçüncü bir varlık yoktur; bu yüzden o, Kelamü-Natikdir. Nice ki, hazret Musa Allahla direk konuştuğu için Kelimullah olmuştur. İkinci husus da budur ki, Adem ona önce kendisi gibi bir insan kılığında görünmüştür, sadece, konuşmaya başlayınca onun vücudunun insan vücudu gibi değil, tamamen ayelerden oluştuğunu görmüştür. Yani Nesiminin misafiri Ademin cennetteki hali olmuşdur. “ Kun fe kane”den, yani maddi aleme çevrilmezden önceki hali. Bu gecedeki ilk görüşten sonra Adem devamlı olarak onunla görüşerek ilahi hakikatleri şiirle ona söylemiştir. Nesimi de ona sözlerini şiirle demiştir. Ve her bir böyle görüşten sonra Nesimi Ademin ona, onun Ademe dediklerini yazıya almıştır hiç bir izah vermeden ve hiç bir ilaveler etmeden. Biz insanlar da o yazıları Nesimi qezelleri diye kabül etmiş, bir şairin düşünceleriymiş gibi okumuşuz. Yanlışlığımız da bunda olmuştur. Onun idamına da bu yanlışlık yol açmıştır.
(son)
Nəsimi əqidə insanı olmuşdur. Onun heç bir şeiri dünya istəklərinə həs olunmamışdır. Erməni qızına həsr olunmuş şeir Nəsimiyə aid ola bilməz. Ümumiyyətlə onun qadına aid heç bir şeiri yoxdur.