SUSMANIN ASALETİ – Selami ÖZKAN –
SUSMANIN ASALETİ
“Susmayı geç öğrendim bu yüzden yalnızlığım.”
Bir karmaşanın ortasında kalakaldık öylece. Her taraftan dalga dalga yayılan gürültü seli. Ne çok konuşan var. “Bir dinle bir âh işit” de değil mesele. Gönülden çekilen bir âhın kelâmı aşan bir yönü vardır; hâldir o, söylenemeyeni izhar etmektir tavırla. Derdimiz mi çok? Feleğin ne sorunu var bizimle? “Aşk ağlatır, dert söyletir.” dediğini duyar gibiyim. Gel, ney’in hikâyesine kulak verelim de dert nasıl söyletirmiş birlikte görelim.
Bir gün, Efendimiz, Hz. Ali ile sohbet ederken kimseye anlatmaması şartıyla ona ilahi aşkın sırlarından bahseder. Hz. Ali, Efendimiz ’den öğrendiği sırların ağırlığı altında adeta ezilir. Taşıyamaz olduğu bu hal onu alır, Medine şehrinin dışına kadar götürür. Ne kadar zamandır yürüdüğünü bilmediği çölde, yolu suyu çekilmiş bir kuyuya varır. Gönül dünyasına akmaya devam eden ilahi sırlar benliğine sığmaz olduğunda Hz. Ali dayanamaz artık, feyiz ve muhabbetle bezenmiş duygularını kupkuru kör kuyuya döker. Hz. Ali’nin dilinden dökülen sırların güzellikleriyle dolan kuyu da coşarak deruni bir heyecanla sel olur taşar. Taşan suların bereketi ile kuyunun etrafında bir bir kamışlar boy verir.
Aradan günler geçer ve kuyunun başına bir çoban gelir. Kamışlardan birini keser. Kestiği kamışın gövdesine çeşitli yerlerinden delikler açar. Sonra dudaklarına götürüp üfler. Çoban nefesini verir vermez kamıştan aşıkane inleme ve feryat sesleri yükselmeye başlar. Kamış her işiteni hayran bırakan seslerle birlikte ününü de yaymaktadır.
Efendimiz, kalbe heyecan veren bu sesleri duyunca işin aslını anlar. Hemen Hz. Ali’yi çağırıp “Sana anlattığım sırrı açıkladın mı?” diye sorar. Hz. Ali “Evet, ya Rasulallah! O yüce sırrı kalbime sığdıramadım. Suyu çekilmiş bir kuyuya söylemeye mecbur kaldım.” diye cevap verir. Mevlana’nın aktardığı bu hikâyeye göre o kuyunun etrafında boy veren kamışlar “ney” diye bilinir.
Sen hâlâ konuşuyor musun Sevgili Dost?