Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mengen °C

(<)img src="https://placehold.it/120x600">
deneme kod arasında img'den önce ve en son (<)kapama işareti arasında boşluk olmayacak < img src="https://www.5banners.com/store/img/cms/00102.gif" >

COVİD-19 Sonrası Turizm İçin Bir Risk Analizi

COVİD-19 Sonrası Turizm İçin Bir Risk Analizi
15.04.2020
327
A+
A-

COVİD-19 Sonrası Turizm için bir risk analizi

Kriz fırsat demektir.

Bu klişe cümleyi, dini imanı para olan endüstriyel kapitalizmin amentüsü misali bir yaklaşımla tekrarlamıyorum. Krizden nasıl rant üretilir sorusu ile ilgisi yok.

Yaşanan krizin, etik fırsatlar getireceğine inanıyorum

Bu kriz, insanoğlu için yeni gereksinimler ortaya çıkaracak. İnsanların birçok konuya bakış açısı kökten bir değişime uğrayacak. Doğa, önünde diz çöküp bir kez daha af dileyen insanoğluna kayıtsız kalamayacak, son kez bağışlayacak.

İnsanlar evlerde geçirdikleri zaman zarfında çok okumuş, çok öğrenmiş, çok tazelenmiş olacaklar. Dünü, bugünü ve yarını farklı değerlendirecekler.

***

Madde ve mana terazisi dengeye gelecek

Çalışmaya, dinlenmeye, tatile, tüketime, beslenmeye ve ilişkilere daha insani anlamlar yüklemeye başlayacaklar. Madde ile mana terazisi dengeye gelecek.

Yaşanmakta olan devasa izolasyon, genç yaşlı herkesi, yaşamı sorgulamaya yönlendirecek.

İnsanoğlu, hayatın sadece çalışmaktan ibaret olduğu şartlanmasını kıracak. Kendisine daha çok zaman ayırması gerektiğini keşfedecek. Max Weber denilen kapitalizm kuklasının geliştirdiği Protestan iş ahlakı tarihin çöp tenekesini boylayacak.

Tatil kavramı zihinlerde daha geniş bir alana yayılacak. Bu kavramın sınırları genişleyecek.

Muhtemelen, yılda bir kez çıkılıp, daha ne olduğunu anlamadan, yorgun argın eve dönülen bir angarya olmaktan çıkacak.

Deniz, güneş ve kum önemini korumakla beraber, daha rafine tatil seçenekleri yükselecek.

Yine muhtemelen, daha uzun süreli tatiller yılın 12 ayına dağıtılacak.

***

Bu gün itibarıyla insanların gündeminde tatil yok.. Ama

Şimdi, bütün Dünya, öncelikle canını kurtarmanın derdinde ve herkes evine kapanmış durumda, bir müjde borusunun çalmasını bekliyor.

Can derdinin yanı sıra,  bir gelecek kaygısı zihinleri cehennem ateşi gibi yakıyor.

Evlere kapanmış aileler, giderek bütün benliklerini kuşatan bir can sıkıntısı yaşamaktalar.

Bu güne kadar hep çalışmış, üretmiş, eğlenmiş, gezmiş, tozmuş, dostları ile zaman ve mekan paylaşmış insanlar, şimdi, kendilerine giderek daha dar gelen evlerde patlamamak için çareler arıyorlar. Öfke ve bunalım nöbetleri geçirenlerin sayısı giderek artıyor.

Şu aşamada tatil insanlara dağların ardımda bir hayal gibi geliyor..

***

Burada biraz mizah yapalım.

İnsanlar bu güne kadar hiç eğilmedikleri kimi becerilerine yüklenmiş durumdalar. Can sıkıntısı herkesi yaratıcı işler yapmaya yöneltiyor.

Kimi mutfak becerilerini geliştiriyor.

Kimi ekmek, pasta, simit alanında uzmanlaşmış.

Kimi ise, körelmiş müzik yeteneklerini parlatıyor.

Şiire saran var.

Hikaye yazan var.

Anılarını kaleme alan var.

Örgü ören bile var.

Laf aramızda, bütün bunlara zaman ayıranların, satranç, briç gibi beyin sporlarına pek ilgi duymamaları da oldukça şaşırtıcıdır.

Oysa satranç ve briç antrenmanı zihnin keskin taraflarını biler.

***

Sadede gelelim; Turizmin geleceği ne olacak?

Genelde turizm ve özelde otelcilik için herkesin kafasında sorular var.

Dünya virüs saldırısını atlattıktan ve hayat normale döndükten sonra, otelciliği nasıl bir süreç bekliyor? Özellikle tatil otellerinin kaderi ne olacak?

Otelcilik yaşayacak mı?

Tatil ve genelde konaklama için farklı seçenekler mi ortaya çıkacak?

İzolasyon ve sosyal mesafe yaklaşımı, bir refleks olarak bilinçaltımıza kodlanıp varlığını devam ettirecek mi? İnsanlar, seyahat ve tatillerde, toplu modeli bypass edip bireysel seçeneklere mi yönelecekler?

Tatil, eğlence, beslenme, tatil aşkları, velhasıl bir bütün olarak sistem nereye savrulacak?

***

Bu soruyu objektif bir bakış açısı ile cevaplandıralım.

Bütün bu sorulardan önce gelmesi gereken başka bir merak konusu var.

Bu soruların doğru cevapları, bir başka sorunun cevabında saklı aslında…

Otelcilik, bu konsepti ile devam edecek mi?

İnsanlar, başta tatil olmak üzere, sağlık, iş, spor, sanat merak vb nedenlerle seyahat etmek için yeterli neden ve motivasyona sahip olacaklar mı?

Bu soruyu cevaplandırdıktan sonra ikinci soruya geçebiliriz.

Başta deniz güneş ve kum olmak üzere, Türkiye’mizin turizm bölgeleri gelecekte de tatilci çekecek mi? Deniz, güneş ve kum cazibesini sürdürecek mi?

***

Hepimizi rahatlatacak cevabı baştan verelim; Evet.

2020 kış aylarının insanlığa yaşattığı gerginlikler ve korkudan sonra, tatil, insanlar için zorunlu bir terapi gereksinimi olacak.

İnsanlar aylarca tıkılıp kaldıkları evlerden, kent ve kasabalardan kurtulup, farklı mekanlarda, farklı ülkelerde, bir hafıza detoksu yapmak için can atacak.

Doktorlar, psikiyatristler hastalarına sıcak bölgelere tatile gitmeyi tavsiye edecek.

İŞ dünyası, kopan bağlantıları ve kanalları tamir etmek için her zamankinden daha çok seyahate çıkacak. Büyük bir trafik patlayacak. Şehir otelleri ayağa kalkacak.

Yaşamın temel taşı, D vitamini. En kolay yol bol bol güneşte kalmak. Stresten bunalıma girmiş Kuzey halkları Akdeniz’in güneşine, adeta ibadete gelir gibi koşacaklar.

Sadece sahiller değil, doğanın her bir parçası gezginlerin seyahat ajandasına girecek.

İnsanlar iş, dinlenme ve seyahat üçgeninde, en çok zamanı ve kaynağı seyahate ayırmaya başlayacaklar. Keşif merakı tavan yapacak.

Dolayısı ile pazar daralabilir. Ama bitmez.

***

Ama tatilden ve otellerden beklentiler farklılaşacak

Baştan belirtelim. Sistemler küçülecek.

Yüzde yüz denetlenebilir boyutlara inecek.

Yaşanan krizin insan beynine kodladığı en büyük ihtiyaç hijyen ve temizlik olacak.

Bu iki kavram, insan zihninde, dikkat aşamasından takıntıya kadar uzanan bir skalada kendisine yer bulacak.

Zira minicik bir virüs insanlara sağlığını korumak için hijyenin ne kadar önemli olduğunu facia boyutuna varan derslerle kanıtlamış oldu.

Artık, her insanın önceliğinin, virüslere karşı güvende olmak ve hastalanmamak olduğunu bilmek gerekiyor. İnsan son virüs salgınından dersini aldı.

***

Geçmiş pazarlama cümlelerini unutun

Artık reklamlara, afişlere, broşürlere bol bulamaç serpiştirdiğiniz, özgüven patlamasının bir ürünü olan tesis övgülerini unutmanız gerekecek.

Pazarlama çalışmasına “ Bizim otelimiz…” klişesi ile başlayanların ve rakiplerinden üstün olduğunu kanıtlamaya girişenlerin ağızlarının tam ortası fırıncı küreğinin hedefi olacak.

Artık müşteri konaklayacağı oteli seçerken dikkat edeceği kriterlerin en başına hijyeni ve temizliği yerleştirecek. Müşterisine yüzde yüz hijyen güvencesi veren oteller kazanacak.

Pazardaki bu yüksek hassasiyeti doğru okuyan ve bu konuda yeniden yapılanmayı en önce başaran oteller güven kazanacak.

Hijyen artık hayati bir kavram ve bunu ilk sahiplenen oteller bu alanda lider olacak.

***

En önemli özellik- Hijyen

Otellerde hijyen kavramının anlamı, kapsamı, etkisi tamamen değişecek.

Bu kavram otelciliğin temel etkinliklerinden birisi olacak.

İşletmede bir hijyen sorumlusu istihdam etmek ve bütün bu alanı ona emanet etmek yeterli bir politika olmayacak.

Virüs çok acı bir şekilde öğretti.

Otellerde hijyen alanı mutlaka güçlü ve organize bir yapıya emanet edilmeli.

Artık bu iş olağanüstü bir bilgi ve detaylara dikkat gerektiriyor.  Esasen otellerde bir Hijyen Departmanı oluşturmak bile tartışılmalı.

***

Kitle turizminin geleceği ne olacak?

Kişiye özel hizmetin ön plana çıkacağı bir döneme giriyoruz.

Bu itibarla, otellerde çok kalabalık restoranları ve herkesin elini süreceği açık büfeleri bir kez daha düşünmekte yarar var.

Yaşanan bu acı deneyimden sonra insanların çok kalabalık restoranlarda, barlarda bir arada olmak istemeyeceğini şimdiden öngörmek gerekiyor.

Büyük otellerimizde ortak kullanım alanlarını küçültmek bu soruna bir çözüm olabilir.

Restoranlar bölünür. Masaya ve kişiye özel servise geçilebilir.  Bunun formülü bulunabilir.

Alakart siparişler için teknoloji kullanılmalıdır. Müşteriler gerek odalarındaki TV’lerden ve gerekse telefonlarındaki uygulamalardan sipariş verebilirler.

Hijyen- Bu 6 harflik kelime işin anahtarı olacak

Müşterinin aklında, rezervasyon aşamasından oteldeki odasına girene kadar en öncelikli soru hijyen olacak. Zihni devamlı olarak bu hususu sorgulayacak.

***

Her malzemeye mutlaka hijyen standardı getirilmeli

Müşteri hizmetine sunulacak bütün malzeme hijyenik uygulamadan geçtikten sonra özel ambalajlarda sunulabilir.

Bu malzemeler, odalara konulacak buklet, havlu, oda tekstili başta olmak üzere, yiyecek ve içecek ünitelerindeki çatal, bıçak, bardak, her şeyi kapsar.

Müşterinin tatil boyunca temas edeceği her şeyde yüzde 100 garanti verilebilmelidir. Her malzeme 100% hijyen garantisi ile kullanıma sunulmalıdır.

Bir sonraki yazıda, otellerin atması gereken somut adımları anlatacağım.

Öyle görünüyor ki, mesleki hafızamızda biriktirdiğimiz ne varsa hepsini çıkarıp, günümüzün gerçekleri ile temizleyip tekrar kullanıma sokmamız gerekecek.

Tepeden en alta kadar her otel çalışanı kendisini yenilemeli. Mesleki hassasiyetlerinin en başına hem kendisinin, hem çalışma arkadaşlarının hem de müşterisinin sağlığını koymalı.

Oteller artık birer biyolojik, kimyasal ve zihinsel arınma merkezine dönüşmeli.

Gönderen Adil Gürkan zaman: 02:13 Hiç yorum yok: 

10 Nisan 2020 Cuma

2050 – Yok oluşun erken hikayesi

Dev mikroskoplar vasıtası ile görülebilen bir virüs meydana çıktı.

Evrenin sonsuz zaman ölçüsüne göre saniyenin belki de milyarda biri kadar kısa sürede bütün Dünyayı teslim aldı.

Fabrikaları, finans sistemlerini, tarım işletmelerini vurdu.

Milyarlarca insanı evlerine kapattı.

Duygusal yelpazede ne kadar güzellik, heyecan, mutluluk ve güven varsa…

Hepsini aldı, belirsiz bir gelecek kafesinin içine hapsetti.

2020 ve 2030’larda olanlar 2040’ların ayak sesleri idi. Felaket gelmekte olduğunu hem de bağırarak duyuruyordu.

Bilimi ve çevrecileri susturan sistem

Doğanın imdat çığlıkları, gözünü kar hırsı bürümüş endüstriyel kapitalizmin sınırsız pr ve etkileme gücü karşısında etkisiz kalmıştı.

Bütün kıtalarda başlayan korkunç orman yangınları, 2019 yazında uzak kıta Avustralya’ya sıçradı. Koca kıta aylarca yandı.

Derken..

İnsanoğlunun canhıraş feryatlarla göklerden medet umduğu 2040 yılları geldi.

Isınan gökyüzü…

Kuraklaşan ve yangına karşı hiçbir korunma kalkanı kalmayan toprak

Her an parlamaya hazır ormanlar..

İnsana ve doğaya kötülük yapmaya şartlanmış vandallar.

2040’larda cehennem yangınlarının kibritini çaktılar. Dünya aleve kesti. Ortaya çıkan ölümcül aydınlık, karanlıkların bütün iblislerinin, kötülüğün, ihanetin önünü açtı. Ucu bucağı görünmeyen bir felaket geldi, insanlığın tepesine çöktü.

2040’lar- Büyük Yok Oluş

Bu 10 yıl Dünya tarihine Büyük Yok Oluş olarak geçti. İnsanlık 2020’leri pandemi ile, 2030’ları yıkıcı iklim değişiklikleri ile tanıdı.

Nihayet 2040’larda ise ‘ Kitlesel Yok oluş’un ne olduğunu anladı.

Arka planda Dünya tarihinin altıncı kitlesel yok oluşu hayata geçmeye başlamıştı. Ama bunun bir farkı, bu yok oluş, insanoğlunun kendi elleri ile hazırladığı bir son idi.

2040’larda önemli türler tamamen silindi.

Böcekler, balıklar, kuşlar, memeliler, sürüngenler, ağaçlar, endüstriyel kapitalist uygarlığın doymak bilmeyen kaynak açlığına bağlı olarak yok oldular.

Bütün ekosistemler çöküşe geçti ve birbirlerinin üzerine devrildi. Şurada yaşlı bir orman öldü ve çöle dönüştü. Orada bir nehir küflü kuru bir bataklığa dönüştü.

Bir yerlerde birçok göl kirlendi ve tamamen zehirli bir hale geldi. Okyanuslar kurudu ve her tarafını tuhaf canlılar sardı. Nihayet toprak da tamamen zehre dönüştü. Doğa alt üst oldu.

Her ay yeni bir kabus ve yeni bir sürpriz ile geldi. Ekolojistlerin uzun zamandır endişe ettiği ve uyardığı bütün tehlikeler arka arkaya patlıyordu.

Kimse ne olup bittiğini anlamıyordu.

Ama görünen manzara bir felaketten başka bir şey değildi. Dayandıkları bütün temeller çöken ekosistemler peş peşe yıkılıyor ve birbirinin üstüne devriliyordu.

Adeta temelleri çöken ve bütün kolonları erimiş dev kulelerin yerle bir olması gibi bir dehşet görüntüsü vardı ortada.

Her bir ekolojik çöküş aynı zamanda korkunç bir ekonomik şoku da tetikliyordu. Etkisi coronavirüsten bile daha korkunç idi. Zira bütün bu ekosistemler aynı zamanda insanoğlunun en temel gereksinimlerini tedarik ediyordu.

Gıda zincirleri, su ve hammadde kaynakları, hepsi tükeniyordu. Çok uzun olmayan bir süre içinde tamamı bir patlama ile sona erdi.

Şehirler açlığa ve karanlığa teslim oldular

Tarım bitti. Buğday, çay ya da ekmek, her şeyin fiyatı uçtu. Denizlerde ve nehirlerde balık kalmadı. Şehirler su tedarik etmekte zorlanmaya başladılar.

Bütün canlılara beslenme kaynağı olan okyanuslar şimdi asla yenmeyecek biyolojik atıkla doldu. İnsanların izlediği ekranların yapıldığı silikon ve çelik kaynaklarına erişim de olanaksız hale geldi.

2040’ların depresyonu insanlık tarihinde bu güne kadar hiç görülmemiş bir şeydi.

Toplu Yok oluş olarak isimlendirilen süreç, Dünyadaki hayatın geri dönüşü olmayan bir kıyamet dönemecini çoktan geçmiş olduğunun bir kanıtı idi.

Ya da en azından felaketlerle dolu olan Orta Çağlardan bu yana.. 2030’ların İklim Depresyonu endüstriyel kapitalist uygarlığın finansal ve ekonomik sistemlerini bloke etti.

Ama 2040’ların Büyük Çöküşü ise en temel sistemleri bile çökertti. İnsanoğlunun gıdaya, suya, ilaç ve tıbba erişimini kesti.

Şimdi, 2040’ların parolası – Yoksulluk.. Gerçek, derin ve dehşetengiz bir yoksulluk.

Endüstriyel kapitalist uygarlık kaynakları tüketiyordu.

Enerji, su, ilaç, yemek, temiz hava. Bunlar yoksa fiyatlandırmak, piyasaya sürmek, pazarlamak ve yönetmek için ne gibi bir iş kalmış olur ki? Esasen hiç.

İşsizlik karanlık bir akımın, yükselen bir öfke duygusunun ve şiddetin de önünü açmış oldu. Elitler bu durumdan kendilerine avantajlar sağladı.

Önce kentler susuz ve aç kaldı. Derken ülkelerin açlığı ve susuzluğu patladı. Ülkeler ve kentler komşularından su ve gıda dilenmeye başladı. Ama komşularının gıdası ve suyu da çok azdı. Hoşnutsuzluk kısa sürede güvensizliğe dönüştü.

Bu da çağlar boyu olduğu gibi şiddeti doğurdu. Bütün gezegeni bir şiddet dalgası sardı.

Bütün ülkeler ve bütün kentler, birbirlerinin aleyhine de olsa, azalan su ve gıda kaynaklarına saldırdı. Yoksulluk her zaman olduğu üzere çatışmalara neden oldu.

Sosyal yapı ve hiyerarşi bitti

İş? Görev? İstihdam? Aileler? İstikrar? Güvenlik? Umut? Gerçeklik? Anlam?

Ekonomi, Toplum, Kültür ve Politika- uygarlığın duvarları ve sütunlar- çok keskin ve tamamen değişmişti. Demokrasi? Geçmişte kalan bir anı..

Her zaman olduğu gibi 2040’larda da, bu şoklar, politik sistemler olarak, otoriterliği ve hiyerarşiyi yükseltti.

Bir nesil önce iş şık ve sessiz ofislerde, bir amaca göre gerçekleştirilen bir şeydi. Şimdi ise iş denilince akla istihbarat toplamak, savaşa gitmek, temel kaynakları ele geçirmek için, bunlara şu anda sahip olan topluluğa karşı savaş stratejisi geliştirmek geliyor.

Bu topluluğun bir zamanlar müttefik olması da hiç önemli değil. İş alanları? Ya bir paramiliter grupta militanlık, ya bir güvenlik şirketinde ya da silahlı bir birlikte savaşçılık..

Tek amaç var. Giderek azalan kaynakları kazanmak ve ait olduğu topluluğa ulaştırmak.. Aileler? Onlar da artık – eğer bir aileniz kaldı ise – ayda ya da yılda bir kez gördüğünüz birileri.. Umut, gerçeklik ve anlam? Kimsenin bunlar için ayıracak zamanı yoktu.

Araştırma, sanat, edebiyat, bilim, keşifler, yaratıcılık, bilgi bunların hepsi silinmişti. Daha da kötüsü, artık bunlar, kimsenin ihtiyacı olmayan lükslerdi. Bütün kurumlar parçalanmış ve yerlerinde de silik izleri kalmıştı.

2050’lerin acı gerçeği işte bu idi.

Bu 10 yıl basitçe SON VEDA olarak isimlendirildi. İnsanlar 2050 başında anladılar ki, kendilerine bu Dünya’da verilen o büyük hediye, yani hayat artık geriye dönülmez bir yok olma sürecine girmiştir.

İnsanlığın beslenme zincirleri patlamıştır. Bütün su kaynakları tuzla dolmuştur. Hayatın devamı için gereken bütün hammadde ya tüketilmiş ya da ulaşılması imkansız yerlerde, sellerin ve yangınların ardında kalmıştır.

Artık hiçbir gelecek yoktur. Geride ölmekte olan bir uygarlığın son kalıntıları için devam eden umutsuz, acı ve vahşi bir savaş kalmıştır.

Uygarlığın olmadığı bir ortamda, herkesin önceliği kişisel güvenliği ve hayatta kalabilme şansıydı. Sürreal bir ölçekte, komşu komşu ile, kent kent ile, ülkeler ülkeler ile kanlı bıçaklı oldular. Dünyayı kan, ter, gözyaşı sardı.

2050 geldi ve uygarlığın son oyunu başladı. Toplumlar üstü üste göçtüler. ABD’de eyaletler birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı.

Başkan öfkelendi ve patladı. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ordu, Kanada ile su savaşlarının içindeydi. Panama ve İran ile petrol için savaşıyordu.

Avrupa ile onların elindeki ilaç stoklarını ele geçirmek için mücadele içindeydi. Çin ile gıda kavgası veriyordu. Avrupa’da ülkeler, ellerindeki kaynakları zorla almak için vahşi bir saldırganlık içindeki Rusya’ya karşı savunmada idiler.

Ama bütün çarpışmalar mağlubiyet ile bitiyordu. Asya’da ise Çin bütün kıtaya kendi sistemini dayatmıştı.

Bir zamanlar Kıtaya yumuşak güç formunda yayılmaya çabalayan Çin şimdi çok büyük bir alanı etkili biçimde kontrol ediyordu.

Bütün gıda, giyim, ilaç ve enerji kaynakları Çin’in seçkin azınlığının kullanımına ayrılmıştı.

Bütün bu on yıllar boyunca bir başka siyasi akım güç toplamaya başladı. Bir zamanlar tamamen denetim altına alınmış olan faşist-otoritercilik siyasi hiyerarşinin tepesine oturdu.

Faşizmin yükselişi 2020’lerde başladı.

2030’lardaki İklim Depresyonu yeni bir güç kazandırdı. Yaşanan umutsuzluk, Britanya’da ve Avrupa’da ultranasyonalistleri gücün zirvesine fırlattı.

ABD’de ise Başkan ailesi yeni kuşak faşist hanedana dönüştü. 2040’larda, yani Yok oluş döneminde, konsantrasyon kampları, taciz, azınlıklara yönelik soykırımlar günlük istatistiklere dönüştü.

Ama bütün bunlar hiç kimsenin umurunda değildi. Nehirlerin kuruduğu, okyanusların zehre ve çamura bulandığı bir Dünyada, açlık ve sefalet kol gezerken hiç kimsenin bu insanlık suçlarına dönüp tavır koyacak hali de kalmamıştı.

Aynı süreçler ABD’de de yaşandı. Bir tür beyaz ırk nasyonalizmi güç kazandı. Sistem göçmenlere yaşam alanları vaat etti. Ama sadece beyaz ırklara.. Britanya’da insanlar bütün sorunları için Avrupalıları suçlamayı sürdürdüler.

Avrupa ise yaşanan felaketler için bir günah keçisi arıyordu. Sonunda buldu. Afrikalılar, Yahudiler ve Müslümanlar hedefe kondu.

Hindistan’da kurban olarak Hindu olmayanlar hedef tahtasına kondu. Çin’de ise Han soyundan gelmeyenlere saldırılar başladı.

Otoriter Faşizme sürükleniş ortaya ayrışmış Dünya çıkardı.

Birbirinden kopmuş toplumlar, batan uygarlığı, makrosistemleri ve yıkılan kurumları kurtarmak için işbirliği yapmak yerine, savaşı tercih ettiler.

Bütün toplumlar, sorunları nedeniyle içlerindeki azınlıkları suçlamakla bu kadar meşgulken, tam da bu nedenle onları toplama kamplarına atarken ve onları kent meydanlarında teşhir ederken, onlardan nasıl bir işbirliği beklenebilirdi ki? Nefretin körelttiği akılların bir araya gelip çöken küresel uygarlığa bir çare araması mümkün değildi.

Yaşananları tanımlayacak tek bir kavram vardı; Küresel Trajedi.

Bunların hiç birisi olmayabilirdi. 2020’lerin Coronavirüs Depresyonu. 2030’ların İklim Depresyonu… 2040’ların Büyük Yok oluşu.. Ve nihayet 2050’de Evrene Veda…

Bunlar olmayabilirdi ve binlerce yılda yükselmiş olan insanoğlu macerası parıldayarak, canlı ve kucaklayıcı olarak devam ederdi.

İnsanoğlunun evrendeki varlığının bu kadar trajik bir biçimde sona ermesi önlenebilirdi.

Bütün yapılması gereken hayata, insana ve doğaya yatırımdı.

Yaygın kamusal alanlara yatırım. Gezegendeki herkesin erişebileceği sağlık sistemleri… Herkes için emeklilik garantisi.

Her canlıya destek.  Her büyük ekoloji için koruma ve beslenme. Her ağaca yaşam hakkı. Her balığa var olma alanı.

Her nehre temizlik. Okyanustaki her resife canlılık.

Eğer 2020’lerde insanlık bir araya gelip dev bir yatırım dalgasını başarabilseydi…

Şu yorgun ve tükenmiş Dünyamızı onarmak, yenilemek ve renove etmek için güçlü ve kalıcı adımlar atabilseydi.

Eğer, insanlık hem kendisi, hem de gezegendeki tüm canlılar ve güzel bir gelecek için bir plan oluşturup tavizsiz uygulayabilseydi.

Her şey farklı gelişirdi.

Bütün sorun aslında İnsanlığın bu son uygarlığının bir endüstriyel kapitalist sistem olmasından kaynaklandı.

Endüstriyel taraf şu mesajı veriyordu; “ Bizim görevimiz Dünyada kullanacağımız ne varsa hepsini bulup çıkarmak”. Kapitalist taraf ise “ Ben Dünya ve insanlık ile ilgili hiçbir alana yatırım yapmam. Benim tek derdim kar etmektir”.

İşte bu nedenle, bu uygarlık aslında en çok yapması gereken bir işlemi yapamadı.

Tek bir şey vardı; Kendisini var eden Dünyaya dikkat etmek. Kendisini beslemek.  Aslında, işler felaket aşamasına gelmeden bu riskleri ve çözümleri görmek mümkündü.

Ne kadar tuhaf..

Aslında insanlığın vardığı bu uygarlık aşamasında gerekenden çok daha fazla gıdaya sahipti. Ama hala aç milyonlarca insan vardı.

Dünya ilaç sektörü yeterince ilaç üretiyordu. Ama birçok ülke hastalıklardan kırıldı. Yeterli olanın çok fazlası para vardı, ama Dünyanın yarısı hala çok fakirdi.

Uygarlığın elinde her şeyden fazlası bile vardı.

Ama küçük bir azınlık, o var olan her şeyin çok büyük bir bölümünü gasp etmişti.

Geri kalan devasa çoğunluk ise, bu dengesizliğin İnsanlığı nasıl bir faciaya doğru sürüklediğini bir türlü ifade edemedi.

Bu endüstriyel kapitalist sistem asla olgunlaşamadı.  Zarafetin, aşkın, asil bir şekilde yardımlaşmanın ve şefkatin gerçek anlamını asla keşfedemedi.

Bu sistem son anlarında bile çiğ değerleri kutsuyordu.

Bencillik. Paranoya. Nefret. Kendini beğenmişlik. Üstünlük.

Nihayet tamamen kendisinin tanımladığı limitlere ulaştı. Daha ötesi yoktu. Her çekirdeğin içinde doğum ile birlikte ölüm de vardır.

Ve binlerce yıldır olduğu gibi bu uygarlık da çöktü. Tıpkı Roma ya da Machu Picchu gibi.

Çöktü. Yandı. Nihayet geride giderek sönen bir köz parçası kaldı.

Bu yazı Umair Haque’nin bloğundan yararlanarak hazırlanmıştır ( https://eand.co/)

Gönderen Adil Gürkan zaman: 02:53 Hiç yorum yok: 

5 Nisan 2020 Pazar

Bu yaşananlar gelecek 10 yılların fragmanı

Eğer böyle devam edersek..

Yaşam nehrinin bu kıyısındaki konukluğum 63 yılı buldu. Öteki kıyıya nasıl ve ne zaman göçerim, bilemiyorum. Buna, bu hayatı bana hediye eden karar verecek.

Ama o tarafa geçmeden önce, bu kıyıyı paylaştığım dostlarıma, benden sonra bu kıyıdaki misafirliği devam edecek olan kuşaklara bir borcum var.

Hem bilgi ve deneyimlerimi aktarmak..

Hem de geleceğe dair ümitlerimi ve öngörülerimi paylaşmak.

Gönül isterdi ki, gelecek kuşaklara gökkuşağının bütün renkleri ile süslenmiş pırıl pırıl paylaşımlar bırakayım. O kuşakları,  geleceğe bir an önce ulaşmak için heyecanlandırayım.

Çok zor.

Özür dilerim, ama çok zor.

Hala farkında değilsiniz, Dünyayı bitiriyoruz.

Vahşi bir açgözlülük ile kuruttuğumuz ve zehir saçan göller…  Fabrikalardan hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan boca edilen atıklarla hayattan kopan nehirler..

Yaşam alanlarını yok ettiğimiz ve bu nedenle soyu tehlikeye giren türler..

Karbona boğduğumuz gökyüzü..

Ormansızlaşan dağlar..

Hormonlu gıdalar ile direnci düşürülmüş kuşaklar..

Isınan atmosfer…

Sistemin metalaştırdığı bütün değerler..

Endüstriyel Kapitalizmin doymak bilmez açlığı…

Bütün bunların arasından sizlere nasıl yapayım da, tatlı haberler damıtayım?

Gelecek 30 yılın dehşet verici tarihi

Çok zor zamanlarda yaşıyoruz. Dünya paralize oldu ve insanlık şoka girdi. Ekranlarımız tam bir asılsız bilgi çöplüğüne döndü.

Ya hayatın kendisi bize son bir uyarı verdi ve bizim gerçek anlamda korkmamızı istiyor.

Ya da bu dehşet sürecini planlayan ve yöneten ahir zaman deccalları var. Onlar bizim korkmamızı istiyor. Panik içinde yaşamaya zorluyorlar.

Biraz sakinleştirici bir yaklaşımla söze başlayalım. İnsanoğlu Covid-19 kabusunu atlatacaktır. Tıp, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar güçlüdür.  Donanımlıdır.

Başarılı tıp insanları son hızla çalışıyorlar. Güzel bir haber yakındır.

Ama hemen sevinmeseniz iyi olur.

Peki sonrası? Ya 10-20-30 yıl sonrası?

Gelelim önümüzdeki birkaç 10 yıla. Yani Dünyanın – eğer böyle devam edersek – birkaç 10 yıl içinde yaşaması kuvvetle öngörülen kıyamete…

Benden yazması…

Yıl 2019. Kasım. Çin’in Wuhan kentinde birkaç insan yarasa yedi.  Ardından mikroskobik bir canlı çıktı.  Bütün Dünyada sistemler çöktü. Yaşam durdu. İnsanlar vahşi bir ölüme kurban gitme korkusu ile evlere kapandı.

İnsanoğlunun tarihine kıyasla bu bir an gibi görünen duraksama, sıradan bir anormallik ya da bir tuhaflıktan çok daha ötesi idi. Bu bir anlık duraksamaya dönüşü olmayan bir nokta ya da en tehlikeli viraj da denilebilir.

Bu duraksama, bilinen anlamdaki kıyametin başlangıcı idi.

Covid19 başladı ve bitti. Ama bu, insanın Dünyadaki varoluş hikayesinin yeni ve çok karanlık bir sayfasının giriş bölümü idi. Gelmekte olanın sos işareti de demek mümkün.

Aslında gelmekte olan felaketi birçok bilim insanı ve yazar haber verdi. Hepsi de somut işaretlerle yaklaşmakta olan süreci tanımladı. Ama umursamazlık ya da kızgınlık dışında hiçbir tepki gelmedi. Gülüp geçenler oldu.

Derken beklenen geldi.  Tarihin en stresli zamanlarından birisi Dünyanın tepesine çöktü. İnsan ırkı, bitik bir küresel ekonominin kazanında kaynamaya başladı. Bitik bir politikanın ve hayattan süpürülüp atılmış sosyal çöplerin baskısı altında çöküşe doğru savruldu.

Dünyanın ateşi yükseldi. Uzun zamandır haber verilen kapıyı çaldı ve küresel hayatın tam ortasına daldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Coronavirüs çok açık olarak gösterdi ki, uygarlığımız çöküyor.

Çöküş kaderi aslında sistemin kendi çekirdeğinde yazılmış durumda.

Yapısal tehditler temelleri çürütüyor. Endüstriyel Kapitalist sistemin gezegene, hayata, sağlığa, ekonomilere ve demokrasiye oluşturduğu tehditler, son birkaç 10 yıla göre kat be kat arttı.

İşin kötüsü ortadaki sürreal manzaraya ve sinyallere rağmen insanlar bu tehlikeyi anlamıyor.

Coronavirüs depresyonunun etkileri 2020’ler boyunca azalarak geçti. En zengin ekonomilerin bile iyileşmeye başlaması on yılı buldu.

Pandemi 2020 başında Dünyanın bütün çarklarını durdurmuştu. Ekonomilerin düzelme belirtileri göstermeye başladığı zamanlarda bile, toparlanma çok uzak bir olasılık olarak kabul ediliyordu.

İnsanlar hem kendilerini korumak hem de Dünya’ya özen göstermek konusunda tamamen çaresiz haldeydiler.

Bu nedenle arka planda, kimi zaman sessizce, kimi zaman da bağıra bağıra gelmekte olan gerçek tehlikeye karşı kimse bir hazırlık yapmadı.

2030’lar için öngörülen gerçeklik, bu dönemin bir İklim Afeti olacağı idi.

Bilim insanlarının çok önceden uyardıkları üzere, bu iklim değişikliği, yıkıcı, ani ve kaçışın mümkün olmadığı boyutlara vardı.

2030’a kadar bu felaketin bir ön denemesi birkaç kez yapıldı. 2020, 2023 ve 2028 yıllarındaki dev yangınlar.

Deniz seviyeleri, en kötümser tahminleri bile alt üst eden noktalara kadar yükseldi. Afetler günlük yaşamın korkuları arasına girdi. Ya coronavirüsün ölümcül ekonomik yıkımı? Aslında her yıl yaşanan yangınlar, seller ve kıtlıklar bu felaketin provası idi.

2030’larda insanları sarsan olaylar, 2020’lerin aslında bir tür ısınma turu olduğunu gösterdi. 2020’lerde insanlık evlere kapanmak zorunda kalmıştı.

2030’larda ise, insanlar evsiz kaldı.  Zira evler ya dev yangınlarda yandı, ya da sellerde kayboldu. 2020’lerde insanlar işlerini kaybetti.

Akabinde yeni işler kazanabilmek için mücadele ettiler. 2030’larda ise, ortada mücadele edilecek bir iş de kalmamıştı.

Kentler, eyaletler, Ülkeler kumdan kaleler gibi çöktü

Bütün kentler, eyaletler ve devletler tsunamiler, seller ve yangınlar ile yok olmuştu. 2020’lede ekonomiler birden bire durmuştu.

Bunun akabinde devletler ekonomileri kurtarmıştı.  2030’larda ise durum çok daha vahimdi. Ülkelerin ekonomileri hiçbir kurtarma planına cevap veremedi. Çöktü.

Ekonomiler tam bir çöküşe doğru sürüklendi. Bankalar, sigortalar ve fonlar portföylerindeki holdinglerin korkunç değer kaybetmelerini dehşet içinde izlemekle yetindiler. Ardından küçük işletmeler battı. Geride devasa bir işsizlik dalgası bırakarak battılar.

Biraz da kara mizah yapalım. Kuru temizlemeciler de battı. Kullandıkları kimyasallar aşırı derecede zehirli idi. Kasaplar ve biracılar da kapandılar.

Bu saatten sonra kim et satın alacak kadar paraya sahipti ki? Ya da dev yangınlar için su gerekirken, kimler o suyu keyif için tüketmeye cesaret edebilirdi? Dükkanlar? Onları kim sigortalayabilirdi ki?

Kiralama işleri de tamamen kontrol dışına çıkmıştı. Zarar görmeyen hiçbir sektör kalmamıştı. Endüstriyel – Kapitalist uygarlık artık hiç kimseye iş sağlayamazdı.

Dünya gittikçe batıyordu.

Bütün gezegen bir istikrarsızlık fırtınasına tutuldu

2020’lerde insanlar Coronavirüs depresyonunu borçlanarak ve varlıklarını, evlerini, hisse senetlerini, emeklilik fonlarını satarak aşabildiler.

2030’larda durum çok daha vahimdi. Bu kez ne satacak bir varlık kalmıştı, ne de bunları satın alacak gerçek alıcılar.

İnsanların ne evini alacak bir müşterisi, ne de bu satın almayı finanse edecek bir kuruluş vardı. Finansal sistem iklim değişikliğinin riskleri ile başa çıkamadı. Sigorta şirketleri, bankaları ve fonları da yanlarında sürükleyerek battılar.

Toplumların bütün tasarrufları ve yatırımları da eridi. Ortada ne borç verecek bir kurum ne de istihdam sağlayacak bir yapı kalmadı. Tek güç nakit idi. İnsanlar sadece ellerinde kalan nakde güveniyordu. Eğer varsa.

Ne su, ne gıda, ne ilaç…

2030’lardaki iklim felaketinin bir sonucu olarak insanların hayatı çöktü. Barınma, ilaç, eğitim gibi temel gereksinimlere erişim imkansız hale geldi.

Üniversiteler ve bazı okullar açık kalabildi. Geçmişin endüstriyel- kapitalist uygarlığının temel birimleri olan işyerleri de harap oldu.

Birbiri ile alakasız ofisler, dükkanlar, mağazalar. Ama hepsi işlevsiz kalmıştı.

İnsanlar bulabildikleri kısa süreli işler ile idare ediyordu. Birbirleri ile mal ve hizmet değiş tokuşu yapıyor ya da zenginlerin hizmetine giriyordu. Ama insanların aslına bir tek görevi vardı, o günün ekmeğini kazanabilmek.

2030’ların iklim değişikliği, 2020’lerde Coronavirüs tarafından başlatılan görevi tamamlamıştı.

Endüstriyel- Kapitalist sistemin finansal ve ekonomik sistemlerini dümdüz etmek ve tamamen işlevsiz bırakmak..

Ekonomik hayat infilak ederken, sosyal ve kültürel hayatı da beraberinde sürükledi.

İnsanlar, tükenmekte olan insan uygarlığına bakarak, bir aile kurmanın artık mümkün olmadığını düşünmeye başladılar.

Her insan kişisel ayakta kalma kavgasına girmişken, bir başkasının hayatının sorumluluğunu almaya asla cesaret edemiyordu.

Derken insanlar birkaç 10 yıl öncenin izole, bireysel yaşam tarzını hızla terk edip, tekrar komünal yaşamlara döndüler. Sağ kalabilmek için kayıtsız şartsız bir arada olmanın şart olduğunu nihayet fark edebilmişlerdi.

En öncelikli gereksinim güvenlik, su ve kırıntı da olsa, yemekti.

Herkes kişisel güvenliğini modern aşiretlerde buldu. Bunlar olurken, doğum oranları da dip yaptı. Mutluluk, güven, anlam ve amaç gibi bütün değerler doğal olarak kayboldu.

İnsanlar, yükselen tsunamilere ve dev yangınlara karşı güvende olabilmek için bir araya geldikçe, aile kurumu da kayboldu. Yerini devasa topluluklara bıraktı.

İşin kötüsü, bunların hepsi daha başlangıçtı.

Devamı var..

İkinci bölüme kadar bir kısa not:

İnsan uygarlığı intihara eğilimlidir. Tek tek her insan ölmemek için direnir.  Hayata sıkı sıkıya tutunur. Ama iş bütün bir insanlık ailesine gelince, hayatın sona ermesi için en ölümcül hataları yapmaktan geri durmaz. Coronavirüs saldırısı hayata ve doğaya karşı yapılan sayısız hatanın sonucudur. Umarım, yaşadığımız bu tanımlanamaz şok, toplu intihar eğilimini sona erdirir.

Bu yazı https://eand.co/ sitesinden Umair Haque’nın bloğundan yararlanarak hazırlanmıştır

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.