SERVET, EGO, GÜÇ VE HİKMET-Tahsin AKDUMAN
Tarihte olan olayların bu günlere ışık tuttuğunu geçen haftaki yazımızda belirtmiştim. Geçmişte yaşananlar bizim için iyi bir derstir. Bazen deriz ; ” Vay be… Eskiden de böyleymiş.” Şair demiştir ki; ( Hiç ibret alınsa idi tarih tekerrür mü ederdi?.) Tarihlerini bilmeyenler, unutanlar ve ibret almayanlar geleceklerini de kaybederler.
Bir hafta önce bir gurup arkadaşla gezi amaçlı bir seyahate çıkma imkânımız oldu. Burada bazı tespitlerimi fırsat buldukça ve ileride de yazılarımla paylaşmak istiyorum.
İkinci durağımız Şam’da Muhittin-i Arabi nin ziyareti idi. Bu zat 1165 yılında Endülüs’te (İspanya) doğdu. İsbiliye’de (Sevilla) fen ilimleri, matematik, felsefe üzerine en üst düzeyde tahsil yaptı. O zamanlar Endülüs üniversiteleri dünyanın en önemli eğitim merkezleri idi. Daha sonra bu okullar Avrupa biliminin öncüsü oldular. Fas’ta yaşadı. 29 yaşında Tunus’a gitti. Tunus’tan Mısır’a, Filistin’e ve Hicaz’a geçti. Hacc etti. 1204 te Konya’ya geldi. Selcuklu Sultanı Keyhüsrev tarafından büyük saygı ile karşılandı. Müstakbel Sultan Keykavus’a hoca oldu.Konya ve Malatya’da 10 yıl tasavvuf tahsili yaptı. Daha sonraları gelecek Mevlana (1207-1273) üzerinde büyük tesiri oldu. 1230 yılında Anadolu’dan ayrılarak Şam’a yerleşti. Tüm ilimleri üzerinde toplayan anlamında Şeyh-ül Ekber unvanı ile anılmaya ve insanlar etrafında toplanmaya başladı.
Fakat Şam’da insanların servet biriktirme derdine düştüğünü ve makam, mevki ve dünyevi istekler yüzünden birbirlerine nefislerinin esiri olarak acımasızca davrandıklarını görüyordu. Bir olan Allah’a (cc) değil de mala mülke, makama, paraya ve nefislerine kapıldıklarını ve birbirlerini yediklerini anlayınca çok üzülüyordu.
Bir gün hutbede Allah’ı (cc) anlattı. ahşap tahtalara ayağının topuğu ile vurarak; ” Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır.” Dedi. Camide toplananlar; ” Bizim taptığımız Allah (cc.) dır. Onu ayakları altına aldı.” diye anladılar. Ve sonunda onu anlayamayan kızgın cemaat tarafından 1240 yılında öldürüldü. Halk mezarlığına gömüldü. Vasiyeti açıldığında; ” Benim sırrım Sin Şın’ a girdiğinde anlaşılacaktır.” Yazdığını gördüler. Bu sır uzun yıllar anlaşılamadı.
1516 yılında Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim (1470-1520) Mısır Memluk Sultanı na karşı Mercidabık savaşını kazandıktan sonra Şam’a geldi. Ölümünden 276 yıl sonra Muhittin-i Arabi ‘nin mezarının bulunmasını emretti. Sonra son olarak hutbe okuduğu yerin tespitini yaptırdı. Bu yerin altını kazdıklarında bir küp altın çıktı. Yani zamanın halkının esasında tanrısı para-güç olmuştu. Bulunan altınlar fakir halka dağıtıldı. Muhittin-i Arabi’nin sırrı Selim, Şam’a girdiğinde böylece anlaşılmış oldu. Bugün türbesinde ben de gördüm sandukasının başında kırık bir küp asılı durmaktadır.
Yavuz Sultan Selim Muhittin-i Arabi’nin mezarının üstüne bir türbe ve cami yaptırdı. Bizim ziyaret ettiğimiz cami hem Osmanlı hem de yerli kültürün birleştiği izleri taşımaktadır.
Bugün de mala, makama, mülke, servete tapanlar şeklen Müslüman olduklarını söyleseler de esasında güce tapmakta ve yoksulları güçsüzleri unutmaktadırlar. Makam, mevki ve ellerine geçirdikleri her türlü imkanı başkalarının çöküşü için kullananlar ve bundan sadistçe ve kıskançlıkla zevk alanların da yukarıdakilerden farkı yoktur. Nihayetinde onların taptıkları güç büyük zat Muhittin-i Arabi’nin ayakları altına alınmıştır. Bunun sırrını da ancak bilenler anlayacaktır. Muhittin-i Arabi’yi şehit edenleri olduğu gibi günümüz şaşkınlarını da Cenab-ı Allah ‘a havale ediyoruz.
Son olarak İslam Tarihinin önemli şahsiyetlerinden olan Muhittin-i Arabi’nin başka bir sözü ile yazımı noktalıyorum. ” Maddi hayata tapanlar, deniz suyu içenlere benzerler, içtikçe susuzlukları artar.”
Sonsuz selam ve sevgilerimle, hoşça kalınız. …25.8.2014….