Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mengen °C

(<)img src="https://placehold.it/120x600">
deneme kod arasında img'den önce ve en son (<)kapama işareti arasında boşluk olmayacak < img src="https://www.5banners.com/store/img/cms/00102.gif" >

Zamana… – Tuğba CAN

11.03.2021
631
A+
A-

Az evvel çok akıllı telefonun Google fotoğraflarından bir bildiri geldi. “Bir yıl önce bu hafta” başlığında bir düzine güzel fotoğraf. Çağırdı anıları elbet. Bu tarihlerde Şili kıyısını terketmiş, Arjantin ile Şili arasındaki en yüksek And dağları geçişine doğru, 4780 metreye pedallamaya başlamıştık. Bu tırmanışın yaklaşık iki hafta öncesinde Şili’nin başkenti Santiago’da Türkiye’ye dönmeyi konuşuyorduk yol arkadaşımla. Yorulmuştu ve artık seyahat etme ruhunu kaybettiğini söylüyordu bana. Benimse ruhumda bambaşka rüzgarlar esiyordu. Yollara alışmış, dile alışmaya başlamış, dağlara aşık olmuş, Arjantin’in kuzeyinden Bolivya’ya geçişimi, Peru’da kaybolduğumu, Kolombiya’da hedefime varış armağanı rastalı saçlarımı okşadığımı düşlüyordum. Şili’ye geçişimizle artık Avrupalı görünmeyen yerli insanlar, sohbet ettiğim Mapucheler bana Güney Amerika yolculuğumun daha yeni başladığını fısıldıyordu. Değişimin içinden bisikletimle yavaş yavaş süzülerek geçmek, dönüşmek için kalbim çokça açıldığını dile getiriyordu her sessizlik anımda.  Ama tüm bunların yanında yaklaşık iki yıllık yol arkadaşımın sancısı, yüksek sesli şikayetleri, bıkkınlıkla, yorgunlukları. Oturduk bir bilgisayar karşısına Valparaiso’da, Pasifik kıyısındaki en ucuz hostelde. Önümüzdeki bir hafta içinde Santiago’dan İstanbul’a onlarca belki yüzlerce uçuşu kontrol ederken buldum kendimi. Kendi rüzgarlarım susmuş, “tek başına zaten pedallayamazsın” diyen bir ses yükselmeye başlamıştı. Vaatler bir de; söz yine gelecektik bu kıtaya. Bu defa Meksika’dan güneye Arjantin’e pedallayacaktık. Bu sadece bir molaydı… 

Uçuşlar seçildi, içimdeki tüm rüzgarlar sustu ya da küstü ve satın al düğmesine basıldı. Yanımda sevdiğim insan buna bunca heyecanlı, bunca sevinçliyken benim rüzgarlarım başka baharlarda esse de olurdu. Bize böyle öğretilmişti. Sevmek fedakarlık demek, fedakarlık ise kendi rüzgarlarından vazgeçmek miydi acaba? Aylarca düşlediğim en yüksek And dağları geçidinden, ilk defa o rakımlara çıkacak bedenimin tepkilerine, sınırlarıma olan merakımdan, haftalarca okuyup araştırdığım kuzeydeki diğer tüm geçitlerden de vazgeçmek miydi yani fedakarlık? Kart ile ödeme kısmına geçildi. Şubat ayı bitmeden Türkiye’ye dönmemize çok az kalmıştı. Oradan da Polonya’ya giderdik. Bir süre çalışır yaşardık… Bir mesaj düştü ekrana: “Kartınız güvenlik sebebiyle bloke edilmiştir. Lütfen bankanızla iletişime geçin.” Yol arkadaşımdan bir “of” benim içimdeki rüzgarlardan da bir “oh” sesi işittim. Neyse yarın arkadaşlarımızın hesabına para gönderir onlardan bizim için biletleri almalarını rica ederdik. Yarın alınırdı biletler. 

Bütün gece uyuyamadım o hostelde. Yakın dostlarımdan  birini aradım. Kalbini dinle, kalmak istiyorsan korkma kal orada, o dönmek istiyorsa dönsün, sevmek kendi yoluna gidebilmek, onun yoluna gitmesine izin vermektir dedi. Gün doğarken Pasifik Okyanusu üzerine o bileti kendim için almayacağıma, kuzeydeki geçide ne olursa olsun pedallayacağıma emindim. Yol arkadaşım uyandı. Anlattım içimdeki rüzgarların dilinden, sen gidebilirsin, yoruldun dedim. Bir kaç saat sonra geldi, boynuma sarılıp o geçide benimle pedallayacağını söyledi. Ben kendi rüzgarıma kulak vermeyi seçerken bu defa o başkasının rüzgarında savrulmayı mı seçmişti? Sevdalar bazen nece karmaşıktı.

Biz okyanusu ardımızda bırakıp usul usul çok yükseklere tırmanırken dostlarımızla olan iletişimimizi sağlayan internet erişimimiz de kesilmişti. Ne mesajları, aramaları alabiliyor ne de dünyanın korona korona diye bağırdığını duyabiliyorduk. Biz yükseldikçe bitki örtüsü değişiyor, nefesim kesiliyor, vücudum alışmaya direnç gösteriyor, her şey daha da yavaşlıyor, başka bir gezegende pedallıyor hissi yayılıyordu hücrelerime. Yaşadığım fiziksel zorluğa rağmen her sayfasına ağzım açık baktığım bir albüm gibiydi doğa. Öyle yüceydi ki dağlar neredeyse kendi ülkemde çıkabileceğim en yüksek noktaya bisikletimle çıktığım halde daha da yüce dağlar vardı etrafımda. Çok ama çok mutluydum o anda, orada olmaktan. Sonra günlerce tırmandığımız o dağı, bir günde inivermiş, Arjantinli olmuştuk yine.

İşte bu sabah bir Google Fotoğraflar bildirimiyle döndüğüm geçen yıla dair anlar, anılarda bunlar. Sonrasında bir süre daha pedallamış, Arjantin’in küçük bir şehrinde koronavirüs karantinasına yakalanmış yine Türkiye’ye dönmek/dönmemek girdabına düşmüştük. Uçuşlar iptal oluyor hep korku dolu senaryolar konuşuluyordu etrafta. Yaklaşık 45 günlük bir beklemenin sonunda artık buralarda pedallayamayacağımıza ve birbirimizin ülkesine giriş yapamayacağımıza ikna olmuş ülkelerimize dönen “son” uçuşla dönmüştük. 5 Mayıs’ta Buenos Aires’ten ayrılmıştım ve 6 Mayıs 2020’de Türkiye’deydim.  Eğer kartım bloke olmasaydı ve Şubat sonunda tüm bu korona, sınır kapanmaları meselelerinden önce yol arkadaşımla Türkiye’ye dönmüş olsam ne olurdu acaba diye soruverdim bir an kendime. Ve hep inandığım gibi cevapladım kendimi yine; her şey tam da olması gerektiği gibi oluyordu, kontrol etmeye çalışmak nafileydi. 

Takvimi önüme alıp aylara ve yıllara baktım, baktım, baktım bu sabah. Hep Türkiye’ye döneli çok da olmadı gibi hissediyordum. Bir baktım ki ne göreyim döneli tam 10 ay olmuştu. Hikayeler ve yeni pek çok güzel insanın hayatıma girdiği bu koca on ayı nasıl da “çok da olmadı” gibi hissedebilmiştim. Ama bir yıldan azdı sonuçta. Ama bazı haftaları tüm ayların toplamından daha uzundu aslında. Bazı günlerini çoktan unutmuştum bile. Zaman dilimlere bölünemedi bir anda. Bir uzadı bir kısaldı. Esnedi ve daraldı. Sonra bisikletli yolculuğuma başladığımda 13 yaşından beri uykuda, banyoda, denizde bile kolumdan çıkmayan saatimi nasıl da hiç tereddüt etmeden kolumdan çıkarıp evde bıraktığımı hatırladım. Dün kaç yaşımda olduğumu soran bir arkadaşıma 33, ya da belki de 32 dediğimi, emin olabilmek için durup düşünmem gerektiğini de…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.